Unutanlara Hatırlatalım İstedim!- 2
Sevgili dostlarım, yoğunluğum sebebi ile 02.10.2019 tarihli yazının devamını dün yayınlatamadım. Bugün yine kaldığımız yerden devam...
Sevgili dostlarım, yoğunluğum sebebi ile 02.10.2019 tarihli yazının devamını dün yayınlatamadım. Bugün yine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bu yazı serisine devam edip bitirmeden önce rica ediyorum, bu yazacaklarımı bir dış göz düşüncesi, bir abla ikazı ya da bir anne nasihati olarak alınız. Ya da bu benim siz kıymetli Ödemişlilere bir vasiyetim olsun diyelim.
“Sen bize karışamazsın” ya da “Öyle karışık yazıyorsun ki anlamıyoruz” da diyebilirsiniz. (Bence okumadan iyiye niyet edin önce derim (!)) karanlık ruhların benim gibileri anlaması zordur. Tecrübeleri paylaşmayı, gördüğümü yazmayı / konuşmayı ve bunu da dikte ederek değil, “nezaketle” anlatmayı tercih edenlerdenim.
Karışmak ya da saygısızlık ne haddime, kimseye böyle davranmam, kimse de bana bu şekilde zaten davranamaz. Bir tek sevdiklerime sabırlı ve anlayışlıyımdır! O da onlara olan inancım bittiğinde bu kapılarım da kapanır. Kapanmıştır da!
Benim bunlara ayıracak zamanım da yok zaten (!) Yahu nezaketimden susuyordum ama asaletim enayi gibi algılanıldığında Karadeniz damarımı da ortaya çıkarıyorlar. Ben ne yapabilirim (!)
Diyeceğim o ki; kendinize, kentinize, düzgün insanlara, vizyon sahiplerine, bir taşı koyarken bırakın elini, gövdesinin altında kalacağını bilse dahi ahlaktan, doğruluktan ve vicdanlı insan olmaktan vazgeçmeyeceklerin kıymetini bilin. Bu insanlara değer verin. {Aynaya baktığınızdaki derinliği algılayın. Her biriniz özelsiniz de anlayana (!)} Bunlardan size zarar gelmez. Hele de bu, sizin topraklarınızdan çıkmışsa. Onun önünü kesmek yerine siz de bir omuz verin ki herkesin şikayet ettiği şeyden dem vuranların, samimiyeti ve dürüstlüğünü görün.
On kişi misiniz? Bırakın yedisi sahte çıksın. Yüreği mangal, sözü senet üç kişi sana yeter. Yeter ki onları da başkaları satın almaya kalktıklarında yola çıkanları yolda gördüklerine değişmesinler. Ben şimdi bunu yazdım ya kim bilir kimler nerelerde kulaklarımı çınlatacaklar (!) Hiç aklıma düşmeyenler, üzerlerine alınacaklardır. Allah’ım, ölüyorum böyle olunca. Neyse, şaka bir yana da umuyorum bir gün Ödemiş, hak ettiği kaliteye ulaşır. Bunu hak eden çok insan var şehrinizde. İçinizden, sizden!
Haydin şimdi serimize devam edelim. Ne demiştik diğer yazımızda? Ülkemizde Cumhuriyet’in ilanından önce ve sonra pek çok yenilikler yapılmıştır. Bu yenilikler, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yeni kurulan ülkeyi daha ileri bir refah düzeyine taşımak ve muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak amacıyla gerçekleşmiştir. Atatürk’ün yaptığı yenilikler kronolojik olarak şu şekildedir dedik ve ilk ikisinin üzerinden kısaca geçmiştik.
Yazıların alıntı yaptığım kısımlarında nüanslar var. Umuyorum buraları fark ediyorsunuzdur. (sözüm görmek ve bilmek istemeyenlere ya da yanlış bilenlerin, öylece bırakılmalarını isteyenleredir.)
Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi (1924)
Mustafa Kemal Atatürk, 1924’te çıkardığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim ve öğretimde birlik sağlamayı amaçlıyordu. Medrese-mektep ikiliğinin ortadan kalkması için ilan edilen kanunla tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve bu sayede eğitimde birlik ve devlet denetimi sağlandı. Yabancı ve azınlık okullarının zararlı faaliyetleri önlendi. İlköğretim, zorunlu ve ücretsiz hale getirildi. Medreselerin kapatılmasıyla İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatip Okulları açılmasına karar verildi. Türkçe, Tarih ve Coğrafya dersleri, Türkçe okutulmaya başlandı. Ayrıca bu kanun sayesinde ulusal eğitim anlayışına geçilerek muasır medeniyetler seviyesine bir adım daha yaklaşıldı.
Mecelle’nin Kaldırılması (1926)
Türkiye Cumhuriyeti’nde oluşturulan yeni batılı yaşam anlayışı, hukuk alanında da yenilikler yapılmasını gerektiriyordu. Toplumun uygar hukuk ihtiyaçlarını 19. yüzyılda oluşturulan Mecelle karşılıyordu. Mecelle’nin temelleri, dine dayandığı için laiklik ilkesine ve uygar medeniyet anlayışına ters kalan yasalar bulunuyordu. Bu nedenle yerine geçecek bir Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanması gerekiyordu. Medeni Kanun’un hazırlanmasının önündeki tek engel Mecelle idi. 17 Şubat 1926’da Medeni Kanun’un kabulüyle Mecelle kaldırılmış oldu.
Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
Şapka devriminin Atatürk’ün yaptığı yenilikler arasında önemli bir yeri vardır. Bu kanunla hem halkın yapılan yenilikler karşısında tepkisi ölçülmüş hem de diğer yeniliklere bir zemin hazırlanmıştır.
Eylül 1925 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından devlet memurlarının şapka takması önerildi. Ancak mecliste kanunun anayasaya aykırı olduğu yönünde anlaşmazlıklar çıktı. Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu’ya düzenlediği bir gezide halka şapkayı tanıttı. Bu anlaşmazlıklara rağmen 25 Kasım 1925’te Şapka Kanunu, meclisten geçerek kanunlaştı ve devlet memurlarının fes, sarık, peçe vb. aksesuarları takması yasaklanıp şapka takmaları karara bağlandı.
Kılık Kıyafette Değişiklik (1925-1934)
Osmanlı’da yaşayan insanlarda kılık kıyafet konusunda birlik yoktu. Devlet memurları rütbelerine göre, halk ise yaşadığı yöreye göre kıyafet giyiniyordu. Uygarlaşma yolunda çalışmalar yapılan yeni Türkiye’de ise kılık kıyafetin bir olması isteniyordu. Bu nedenle kılık kıyafette değişiklik yoluna gidildi. Kıyafet inkılabını halka açıklamak ve tanıtmak isteyen Mustafa Kemal, 25 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya bir gezi yaptı. Bu gezide “Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz” diyerek halkı da kılık kıyafet inkılabını uygulamaya davet etti.
Hafta başı görüşmek üzere. Huzur ve şansla kalınız inşallah.
Sevgiler