TUT Kİ BEN
Bazı söyleyişler var ki, insanın diline persenk olur, her fırsatta iki dudağınızdan fırlayıverir. Bunlardan biri de...
Bazı söyleyişler var ki, insanın diline persenk olur, her fırsatta iki dudağınızdan fırlayıverir. Bunlardan biri de “tut ki…”dir. Bunun üzerine bir potporiyle merhaba diyorum.
***
Tut ki ben, düşmüşüm zifir karanlık bir ormanın içine. Yolumu izimi yitirmişim, hatta dahası var, kayboluşumun izini sürerken zaman kavramını da yitirmişim. Yanımda ne kol saati, ne babamın kösteklisi var; cep telefonumu da –her zamanki gibi- evde unutmuşum.
Tut ki ben, bir romanın izini sürerken Afrika’nın Büyük Sahra çölüne düşmüşüm. Roman kahramanlarının peşine takılırsan olacağı budur, deyip hayıflanırken, çöl eşkıyaları cebimde kalan son liralarımı da alıp tüymüşler mi!
Tut ki ben, evden çıkarken daire kapısının önündeki çöp torbasını almayı unutup inmişim dört kat aşağıya. Balkondan eşimin Ömer, çöpü almayı gene unutmuşsun, nidasına nasıl kayıtsız kalırım, dön evlat çık dört kat yukarı, dikkat et, D vitamini almayı ihmal edersen bu ayaklar bu sıkleti çekmez olur ha!
Tut ki ben, onca yıl ter döktüğüm bir kitabın ikinci baskı yaptığını görmüşüm! Ne büyük mutluluk ah! Şaka gibi bir hayat sürdüğüm doğrudur. Ülkem zaten gerçekten şakacı insanlarla dolu, günümüz siyasetçileri hariç…
Tut ki ben, belediye başkanı seçilmişim. Ne büyük görev tanrım! Bunca boşvermişlik, vurdumduymazlık karşısında senin mükemmeliyetçiliğin karşısında belediye bürokratları ne der, ne yaparlar dersin? En iyisi bu düşten vazgeç gönlüm. Siyaset sana göre değil.
Tut ki ben, hayal ettiğim bir ülkeye gitmişim. Orada da elektrikli bisikletler, normal bisikletler var ama bizde olduğu gibi yola belgesiz çıkamıyorlar. Bisikletlilerin karıştığı bir kazada ilk sorulan şeyin belgesinin olup olmadığı bu ülkede yaşamak nasıl bir duygu? Günümüzde ülkelerin insana verdiği değer kadar uygar kabul edildiğini anımsıyorum.
Tut ki ben, kışın ortasında zirveye tırmanıyormuşum. Aklıma hemen Cenap Şahabettin geliyor. Onun unutulmaz sözünü not etmeliyim: Zirvelerde yılana da kartala da rastlanır. Yılan sürüne sürüne, kartal uçarak konar zirveye. Zirveye çıkmak kadar orada kalabilmek önemlidir. Yılan zirveyi kolay terk etmez ama kartal en küçük tehlikede zirveyi terk eder. Ben yılan olmalıyım, varamazsam da hayaliyle yaşamaktan keyf alırım.
Tut ki ben, Nobel ödülü almışım. Hayal bu ya, hiç böyle bir derdim olmadı. Yıllardır yazıp çizerken tek isteğim yazdıklarımın okunur olmasıydı. Ancak hayatımın en büyük ödülünü beşinci sınıf öğretmenim Bilge Ozansoy’dan aldım. Onun bana layık gördüğü plaketini ömrümce unutamayacağım. Her insanın karşısına böyle öğretmenler çıkması dileğiyle, öğretmenimin ellerinden öpüyorum.
Tut ki ben, bir anda sen olmuşum. Sen ve ben! Önümüzde kalın bir sur, aşmak zorundayız. Ben, biz olamazsak nasıl aşarız bu kalın suru? Biz olunca sen de biliyorsun, hadi birlikte aşalım şu hayat denen kalın surdaki zorlukları. Bak önümüzde yine bir seçim var. Gel, ortak akılla bir karara varalım. Kentimiz için, içinde her gün selam alıp verdiklerimiz için, en doğru kararı verelim.
Tut ki ben, yorulmuşum, yarı yolda kalakalmışım. Tut elimden, kaldır beni, dayanışma duygularımız yeniden kabarsın; kin, nefret, kötülük bizden ırak olsun. En çok gereksinim duyduğumuz sevgi ağacında bir çiçek olalım. Ağaçtan da vazgeçtim; şimdi nergis mevsimi, gel nergis toplayalım, onun muhteşem kokusu sinmiş tenimizle yatağımıza mutlulukla uzanalım.
Tut ki ben, kendimi bekliyormuşum günlerdir, bir kapı aralığında sıkışıp kalan bir kedi gibi. Cemreymiş gelen oysa! Havaya baktım, güneş tepeme dikilmiş; savrulası bulutlar yok artık. Bakmayın öyle sağa sola bakındığıma; hâlâ kendimi beklemedeyim, kapı ha açıldı ha açılacak; bak da gülümse bana ey ben!
Tut ki ben, şimdi çıkmışım sokağa; sırtıma yüklediğim kışı silkelemekteyim. Kendi evlerine taşınan komşumuz bırakıp gittiği çiçeklere kıyamamış, dönüp gelmiş. Onları bir güzel budadı. Ne güzel değil mi? Çiçeklerimiz de ben de çok sevindim onun gelişine… Haydi, çık artık ey ben! Kış mağarasından mis kokulu bahara koş…
Bakmadan Geçme





