Tüke(T)mişlik sendromu

Şüphesiz ki toplumun ihtiyaçlarını karşılayan en temel koşul, birey olabilmektir. Birey olmanınsa günümüz dünyasındaki en önemli...

Şüphesiz ki toplumun ihtiyaçlarını karşılayan en temel koşul, birey olabilmektir.

Birey olmanınsa günümüz dünyasındaki en önemli şartı, üretmediğini tüketmektir.

Merhaba dünyalı,

Kafayı günümüz dünyasının acımasız sistemine ve bundan bir haber toplumlarına takmış bir gazeteciyim ben. Var olan sistemi imkan buldukça eleştiren eleştirdikçe sistemin içine batan bir alışveriş delisiyim. Bana bir şey pazarlarken bilinçaltıma kazıdığı türlü metalarla hayatıma sıradanlık katan binlerce reklama, monoton konularıyla ekrana bağlayan on binlerce diziye, yapaylığıyla beni cezbeden tüm sosyal medya platformlarına rağmen tüm samimiyetimle karşındayım. Satın aldıklarımla varım ve beni ‘ben’ yapan satın aldıklarım.

***

Bugünün dünyasında toplumların tümünün ortak bir kafes içinde benzeri tercihlerle yaşadığı ve bu tercihlerde benzersiz olma çabası içinde mücadele verdiği ebedi bir yaşam döngüsündeyiz.

İçinden çıkılmaz bir hal alan bu nihai çember, gün geçtikçe daralan bir bakış açısı sunuyor hayatlarımıza. Mesela, hayata farklı pencerelerden bakan milyonlarca aynı düşünce biliyorum. Biliyorum ya, bir kitaptan okumuştum o düşünceleri, bir dizide seyretmiştim.

Eminim abicim, çok iyi tanıyorum. Düşünmeyi bir kenara bırakıp kendine başkalarının hayatını satın almaya çalışanları da tanıyorum.

Onları okumaya, önceden görmeye falan da gerek yok, kendilerini belli ediyorlar.

***

Belki de hepimiz başkalarının hayatını biraz satın almaya çalışıyoruz; izlediğimiz dizilerde, filmlerde, reklamlarda, yalnızca üç saniye olsa da baktığımız broşürlerde, okuduğumuz dergilerde, kitaplarda, dinlediğimiz müzikte -hayatımızın her anında- başka hayatlardan kendi hayatımıza transfer ettiğimiz milyonlarca şey var; düşüncemiz, cümlemiz, duygumuz, kelimemiz, bakış açımız, kıyafetimiz, eşyalarımız…

Oysa ki tek amacımız; benzersiz olmak, ‘biricik’ hissetmek. Biz ki aşkta da nefrette de sevgide de rakibimiz olsun istemiyoruz. Kalbimizi dinleyen duygularımız dahi kısacık bir sürede dünyada kimsenin hissetmediği şeyleri hissetmek istiyor. Oysa insan, hayatında olmayan hangi duygu ya da düşünceye kendine aitmiş gibi sarılmak ister?

Korkmaz mı bilmediği hislere girişmekten bilmediklerini düşünmekten?

Satın almak da öyle işte. Korkar çoğu insan, kimsenin elinin değmediğini almaya. İki üç kişinin satın aldığına güvenilmez mesela bizim toplumumuzda. Eğer o iki kişiden biriysek muhakkak ‘cık cık cık’lanırız.

***

O halde size anlatayım nereden bulaştı bu hastalık, ne zaman ortaya çıktı?

Bir zamanlar,

İnsanlar yalnızca ürettiklerini tüketirdi. Yüzyıllar önce var olan bu tüketim anlayışı, herkesin kendine yetecek kadar üretim yapmasını sağlardı. O dönemlerde şüphesiz toplumlar, birbirlerinin anane ve toplum yapısına aşina değildi. Ticaret yoktu, küçük atölyeler ve bolca sanat vardı.

O dönemde üretmediklerini tüketen tek bir sınıf vardı: Aristokratlar.

Öyle ki aristokrat kadınlar, yalnızca tüketmeye programlanmış birer robot gibi kabarık ve şatafatlı elbiseler içinde kendilerine elbise yaptırarak statü satın alırlardı. En kabarık ve şaşalı elbise, en üst statü anlamına gelirdi.

19. yüzyılda gerçekleşen Sanayi Devrimi ile beraber değişen toplum yapısı, tüketimi alt sınıflara da bulaştırdı. Bu virüs, yüzyıllar sonra çılgınlarca tüketecek toplumları da beraberinde getirecekti. Sanayileşme ile birlikte küçük iş yerleri kapanıyor, büyük fabrikalarda seri üretim yapılıyordu. Fabrikada çalışan işçi sınıfı, durmadan aynı işi yapıyor ve emeğine yabancılaşıyordu. Emeğine yabancılaşmak derken temelde ne amaca hizmet ettiğinden uzaklaşmaya başlıyordu. Bir fabrikada günde on saatten fazla çalışan işçi, sürekli olarak sıktığı vidanın neye hizmet ettiğini bilmiyordu. Neticede emeğine yabancılaşmış milyonlarca insan, yüksek çalışma saatlerine isyan etti ve daha fazla ücretle daha az mesai yapmak istedi. Sanayileşmeyle beraber gelişen makineleşmeyle işçi sınıfı, istediğine nihayet kavuşacaktı. Artık fazla ücretle daha düşük mesaiye kalan bu sınıfa boş vakitlerinde bir şeyler satmak için yeni alanlar ve ürünler lazımdı.

***

19. yüzyıldan sonra satın alma hissiyle yoğrulan toplum yapısı, tüketim virüsünü nesilden nesile aktardı. Günümüzde var olduğumuz statüyü satın alarak kazanıyoruz. Benliğimiz ve kimliğimiz de kağıt bir metanın elinde. Sürekli olarak çalışıyor ve arta kalan zamanlarımızda çalıştıklarımızı harcamak için yaşıyoruz. Çok uzağa gitmeyin; bundan 20 yıl evvel tatil, lüks bir tüketimken günümüzde herkesin ‘yapması gereken, o kadar çok çalıştıktan sonra kesinlikle hak ettiği’ bir ihtiyaç haline geldi. Ne kadar bilinçli olursak olalım satın almak istediklerimiz üzerine kurduğumuz hayatımız, bize ne yazık ki kendi sevdiğimiz mesleği yaptırmıyor. Belki pek azımız, sevdiği mesleğin arkasında durup kendine kendi hayal alanındaki hayatı hediye edebiliyor. Mutsuzluktan tükettiğimiz çikolatalar ve mutluluktan kestiğimiz pastalar yüzünden aldığımız fazla kiloları bile günümüzde parayla geri vermeye çalışıyoruz. Ne de olsa paranın çözemeyeceği iş yok.

***

Bize her gün bir ses, istememiz gereken hayatı fısıldayıp ona ulaşma yolunda yapmamız gerekenleri söylüyor. Kendi kafamızın dikine harikulade gidebilirken o sesin karşısında duramıyoruz.

Cesaretimiz yok. Biz, tüketmeyi durdurursak içinde olduğumuz toplumdan dışlanacağımızı da çok iyi biliyoruz. Bizi var eden paramız, paramıza göre çevremizi de var ediyor. Yani bir kitleye mensup olmak için bir diğerine karşı durmamız gerekiyor. Yok olmamak için beş kere beşe otuz diyoruz. Bildiğimiz gerçekleri söylemekten korkmadığımız bir an bile yok. Yalanları söylemekte ise on numara iş çıkarıyoruz.

Dünyalı,

anlatacaklarım daha bitmedi ama sen bittin sanırım. Seni çok sıktım belki de…

Tamam! Sıkıldın, farkındayım.

Elimi klavyeden çekiyorum ama bana söz ver dediklerimi düşüneceksin.

Sana tüketme, haydi toplanalım ‘leneeeet olsun kapitalisiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim’ diye bağıralım demiyorum.

Tüketmeye ve kendini tükettikçe mutlu etmeye devam et.

Şimdilik,

senin de tüketmene memnun oldum.

Bakmadan Geçme