Topluma dokunmak – İlm-i Umran
'Bizi özgürleştirenler, gerçek anlamda eğitenlerdir …' 13. yüzyılda yaşamış İslam filozoflarından İbn-i Haldun, toplumdaki sorunlara kafa...
‘Bizi özgürleştirenler, gerçek anlamda eğitenlerdir …’
13. yüzyılda yaşamış İslam filozoflarından İbn-i Haldun, toplumdaki sorunlara kafa yorarken çözüm üretmek adına ilm-i umran adını verdiği toplum bilimini kurmuş. O günden bugüne toplumlar da kendi adına pek çok değişimler yaşadı. Milenyum Çağı dediğimiz 2000’li yılları bir kurtarıcıyı, Mesih’i bekler gibi bekledik. Zannettik ki teknoloji, tüm sıkıntılarımızdan bizi arındıracak. Beşeriz şaşarız misali hayretler içerisinde iletişim yüzyılının sohbet kültürünü, hatırnazlığı ellerimizden çekip aldığını izliyoruz. İletişim araçlarına sahibiz fakat iletişimsizlikler içerisindeyiz. Bir masada oturup da birbirinin yüzüne gözlerine bakamayan, iki kelamın belini kıramayan, akıllı telefonların sersemleştirdiği bireyler olmadık mı? Bu anlamda dünyanın bin bir telaşı içerisinde aldım veremedim, gittim gelemedim derdinden arınıp kendi özel hayatımızı bir kenara bırakarak toplum için çırpınmak, ilmimizin toplumsal sadakasını vermek kolay mı?
“Allasen sen de yazar hanım! Millet selam bile vermiyor, sen kalkıp ilmin sadakasını vermek diyorsun” diye bana sitemler savurabilirsin sevgili okurum. Sitemler, sevgiden doğar bilirim de sitem etmek, hayret etmek makamlarını terk eyleyip hizmet edebilsek, iyi olan adına çırpınsak, iğneleri kendimize batırıp önce kendimizi değiştirsek… Gazetemizin başyazarı merhum Mustafa Erdal’ın Topluiğne adını verdiği köşe yazılarını anımsıyorum. Filozof edasıyla değiştirmek, dönüştürmek, iyiye yol açmak adına çırpınırdı. En son kendisiyle telefonda görüşmüştüm. İdealist, heyecanlı, yaşadığı coğrafyaya faydalı olmak için mücadele veren bir güzel şahsiyetti. Böylesi şahsiyetlere bugün her şeyden çok daha fazla ihtiyacımız var.
TRT’de Ömür Dediğin adlı programa davet edilmişti. Hizmetle dopdolu geçen hayatını rahmetle, saygıyla anıyoruz. Ödemiş’imize, bölgemize gazeteciliği ile faydalı olmaya çabaladı ve bu uğurda gözlerini yumdu. Şahsen hiç derdi yok muydu, ilgisini ve sevgisini vakfetmek zorunda olduğu bir ailesi yok muydu? Elbette ki vardı ancak diğergamdı, özveriliydi. Bu özverili olmak, toplumuna iyi işlerde bulunmak için kendisini gayretlendirdi. 85 yıllık yaşamına nice anlamlar yükledi. Ödüllerden çok daha önemlisi dualar aldı. ‘Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri…’ misali eser bırakabildi.
Aramızdan ayrılmış olsa da O, bizim halen başyazarımızdır. Bu güzel kent için insan ayrımı yapmadan insanlığı kucaklayıp taş üstüne taş koyan, emek veren herkesin yüreğinden öpüyorum. Vefat edenlere Hakk’ın rahmetini diliyorum. Sevgili okurlarımız, bir teşekkür de size olsun. Sizin ile hizmetlerimiz daha anlamlı… İşimizden, ailemizden fırsat bularak bu topraklar için hizmet etmeyi dert edinebiliyorsak ne mutlu bize…
Gerçekten toplum olarak ilginç zamanlardan, zor dönemlerden geçiyoruz. Böylesi günlerde daha çok birbirimize sevgiyle dokunmak zorundayız, hal hatır sormalıyız diye düşünüyorum. Bir güler yüz, bir tatlı söz de sadakadır. Toplumda böylesi inançlar yok olmasın, neden mi?
Sevgisizlikten, ilgisizlikten, yaşadığı maddi ve manevi zorlukların üstesinden gelemeyen kişilerin son günlerde işledikleri cinayetleri, intiharları, toplu intiharları gazetelerden, haber ajanslarından öğreniyoruz.
Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden’ dediği mısraları anımsıyorum. Hakikaten anlamak istiyorum. Kişi, nasıl bir ruh durumunda ki tek çare olarak intiharı seçiyor, cinayet işliyor?
Eşi, dostu, ailesi, akrabası, komşusu yok mu?
Derdini paylaşamadı mı? Sorular çoğaltılabilir…
Hizmet ederken yaralara merhem olmaktan bahsediyorum. Rahmetli Mustafa Erdal örneğini bu yüzden verdim. Sadece yazmıyordu, yazıyı yaşıyordu. Samimi idi. Derde derman idi.
Toplumsal anlamda cinnet yaşıyoruz. Kolay değil… Her şeye rağmen fırından ekmek, büfeden gazete alabildiğimiz sürece umut vardır. Ailemize, sevdiklerimize, komşularımıza sahip çıkarsak sorunların azalacağını düşünüyorum. Topluma Dokunmak Projesi’ni kendi çapımızda başlatalım mı?
Ödemişli Tekin Şişman’ı yaklaşık iki yıl önce evinde ziyaret etmiştim. Yaşadığı hastalık sonrası yatağa bağlı olan Tekin’e annesi Bedriye Hanım, ilerleyen yaşına rağmen bakıyor. Evladı için seferber, onun çilesini ümitle göğüslemesi karşısında hayran kalmıştım. Radyomuz Radyo Remix’te sevgili Rasih Bozulu ile birlikte Hayata Dair programında da bu konulardan bahsetmiştik.
Tekin’i zaman zaman aradım. Konuşması da yürümesi kadar çok zor. Yaşadığı elem verici olaylar bir kenara, eşinin onu hastalığında bırakması bambaşka bir keder; yaşadıkları güzel hatıraların bile hiç mi hatırı yok acaba?
İlerleyen yaşında annesi kendisine mi baksın yoksa hasta yatağına bağlanmış oğluna mı? Bir hatır sormakla başlasak neler başarırız kim bilir?
Sosyoloji (Toplumbilim), İbn-i Haldun’un belirttiği üzere kitaplarda kalmamalı, bizzat hayatın kendisine dokunmalı, çareler ve çözümler üretilmelidir. Birbirimize sırt dönmek yerine arayan, soran, “Elimden bir iyilik gelir mi?” diye hatırnazlık gösteren taraf olmalıyız, haksız mıyım?
Ödemişliler güzel yüreklidir, hal hatır sorarlar, sorunlara el birliğiyle çözüm ararlar. Bunun için toplumbilimci, gazeteci ya da adımızın Ümran olmasına gerek yok sanırım!
Her gece, ümit ile sabaha kavuşur. Siz, umutsuzluklara Hızır misali koşacaksınız. Gözü yaşlı, gönlü yaslı kişiler, sizinle yeniden doğacak. Var mısın böylesi vizyon sahibi olmaya?
Perşembe günü kavuşuncaya kadar hepinizi kucaklıyorum değerli okurlarımız…