Taşların gücü
İnsanların kristallere ve değerli taşlara olan hayranlığı, binlerce yıl öncesine dayanır. Işığı kırma özelliği, ilgi çekici...
İnsanların kristallere ve değerli taşlara olan hayranlığı, binlerce yıl öncesine dayanır. Işığı kırma özelliği, ilgi çekici renkleri ya da şeffaf ama karanlık görünmeleri gibi nedenlerle toplum tarafından büyülü güçlere sahip olduklarına inanılmıştır. Çağlar boyu saflığı ve mükemmelliği simgelemiş; göklerin ışığını yansıttığına inanıldığından dini tezyinatta kullanılmıştır. Ayrıca değerli taşların özel şifa veya şans gücüne sahip olduğu gibi eski bir inanç vardır. Bu inanç, yüzyıllar aşarak ilerledi ve Orta Çağ’da bile tıp adamları tıbbi amaçlar için toz mücevherler sattılar. Değerli taşların tozunu satma uygulaması, bugün hala Asya’nın bazı bölgelerinde bilinmektedir.
Geçmişte çoğu değerli taş kıymetli görülüp onlara olumlu özellikler atfedilirken çok azına da olumsuz özellikler atfedilmişti. Örneğin elmasın deliliği giderdiği, sadakatsizliği açıklamayı sağladığına inanılırken opal ise bazı toplumlarda uğursuz bir taş sayılmış; üzerindeki renk değişiklikleri yüzünden özellikle evlilikte düzeni bozduğuna, uğursuzluk getirdiğine inanılmıştı. Yine inci, zarif görünüşü ve parlaklığıyla eskiden beri tercih edilen bir taş olsa da çeşitli kültürlerde gözyaşı, hastalık ve ölüm getirdiği ileri sürülmüştü.
Her medeniyetin tercih ettiği, kıymet verdiği, kutsal saydığı, çeşitli güçler atfettiği ve bazı özellikleri bakımından kullanışlı olan taşları vardı. Arkeolojik kanıtlar, insan tarafından çıkarılan en eski değerli taşın zengin, mavi renkli bir taş olan lapis lazuli olduğunu göstermektedir. Bu taş, Neolitik dönemde Hindukuş bölgesinde yaşayan insanlar tarafından kullanılmıştı. Lapis lazulinin zengin göksel tonu, tarih boyunca derin bir onur ve kraliyet sembolü olarak kabul edilmişti. Bu taş, Mısır medeniyetindeki en beğenilen taşlardan biriydi, kraliyeti simgeliyordu; derin dini ve batıl anlamları vardı.
Mısırlılar; ayrıca karnelyan, jasper, malakit, kuvars ve turkuaz gibi yumuşak, yarı değerli taşları da kullandılar. Bunun nedeni, Mısır mücevherlerinde çeşitli sembollerin önemli yer tutmasıydı. Bu kolay işlenen yumuşak değerli taşlar sayesinde Mısırlı taş ustaları; Horus’un gözü, Nil’in anahtarı olarak bilinen ankh, gübre böceği gibi çeşitli dini simgeleri mücevherlere kolaylıkla oyabiliyordu.
Çin tarihindeki en belirgin değerli taş, şüphesiz yeşim taşıydı. Eski zamanlarda çok güçlü bir taş olduğu ve kolayca parlatıldığı için genellikle bıçak ve balta başları için kullanıyordu. Beyaz, sarı veya yeşil renklerde olabilen bu değerli taş, daha sonraları Çin tarihinde zenginlik ve güçle eşdeğer hale geldi. Bu bağlamda Çin yazılarındaki “imparator” sembolünün “yeşim” anlamına gelen sembolle neredeyse aynı görünmesi tesadüf değildir. O dönem Çin kültüründe yeşim, sadece bir tezyinat aracı ya da bir sembol olarak kullanılmıyordu. Çinli tarihçi Sima Qian’ın yazdıklarına göre zamanın Han imparatoru, kendini yeşim tozundan hazırlanmış bir iksir içerek şımartırdı.
Yeşim taşı, Çinliler için o kadar vazgeçilmezdi ki Han döneminde yüzlerce yeşim taşı parçasından oluşan ve yapımı yıllarca süren cenaze kıyafetleri hazırlandı. Bunlar, hanedan üyelerinin ve soyluların cesetlerine giydirilip bu şekilde defnedildi. Bu kıyafetler, yalnızca en yüksek rütbeli soylular için kullanıldı ve parçalar rütbeye göre altın, gümüş veya bronz telle birleştirildi. Yeşim taşının bedeni ve ruhu bir bütün olarak koruyarak ölen kişinin ölümsüzlüğü elde etmesini sağladığına inanılırdı.
Yeşim parçalarından yapılan cenaze kıyafetlerinde plakalar birleştirilirken kullanılan malzemenin türü, ölenin statüsüne bağlıydı. Bir imparatorun yeşim elbisesi altın, kraliyet ailesi ve yüksek rütbeli soylularınki gümüş, soyluların oğulları ve kızları için olanlar bakır tellerle birleştirilirken düşük rütbeli aristokratlarınki ipekle birbirine tutturulurdu. Mezar soyguncularının altın ve gümüş telleri almak için mezarları tahrip etmesi tehlikesi nedeniyle Han hanedanlığından sonra yeşim mezar kıyafeti uygulamasına son verildi. Bulunan en ünlü yeşim taşı mezar kıyafetleri, Çin’in Hebei eyaletinde 1968 yılında ortaya çıkarılan Han Prensi Liu Sheng ve eşi Prenses Dou Wan’a ait olanlardır. Prensin kıyafetinde yeşim taşları altın telle birleştirilirken karısınınkinde gümüş teller kullanılmıştır.
Taşların birçok güce sahip olduğuna inanan bir başka toplum Eski Yunanlardı. Örneğin, şarap içerken ametist takmanın kendilerini sarhoşluktan koruyacağına inanıyorlardı. Hatta “ametist” kelimesi, ayık anlamına gelen Yunanca “ametistos” kelimesinden gelirdi.
Günümüz Meksika’sında 14. ve 16. yüzyıllar hüküm sürmüş olan Aztek İmparatorluğu da değerli taşlara özel bir önem verirdi. Bu son derece sofistike medeniyet; turkuaz, yeşim, obsidiyen, kuvars, opal gibi yarı değerli taşlar kullanarak heykeller, müzik aletleri, maskeler ve kurban bıçakları gibi nefes kesici değerli taşlar üretti.
Vikingler ise süsleme amaçlı değil ama çok daha faydalı bir amaçla kalsit (kalsiyum karbonat ya da İzlanda sparı) adı verilen bir taşa değer verirlerdi. Kalsitin özelliği, ışığı iki kere kırmasıydı. Bu sayede Vikingler, bu taşları bulutlu havalarda güneşi görmek için kullanıyorlardı. Yani bir nevi Viking pusulası diyebileceğimiz taş, Vikinglerin kendi bölgelerinden çıkıp birçok yeri yağma ve istila etmelerini sağlayan en önemli materyallerden biriydi.
Türk kültüründe de değerli taşlar, mücevher olarak kullanılmalarının yanı sıra bazı hastalıkların tedavisinde de kullanılmıştı. Örneğin kehribarın vücuda temas eden bir yere takılmasının birçok hastalığa iyi geldiğine ve insana sağlık verdiğine inanılıyordu. Yine mercanın delilik, sara, vesvese, mide rahatsızlığı gibi sıkıntılara iyi geldiği, kanamaları durdurduğu ve insana ferahlık verdiği ileri sürülmüştü. Bu gibi kullanımları yanında Türkler, bazen taşların enerjilerinden yararlanmak için giysilere takmış ya da dekorasyon malzemesi olarak ortama da eklemişlerdi.
1700’lü yıllarda değerli taşlar, burçlarla ilişkilendirildi ve Polonya’daki Yahudi mücevher tüccarları arasında her insanın doğum ayına uygun bir değerli taş takması gerektiği fikri doğdu ancak bugün bildiğimiz modern doğum taşları listesi, 1912’de Amerika Ulusal Kuyumcular Birliği tarafından tanımlandı. Buna göre ocak-lal taşı (garnet), şubat-ametist, mart-aquamarin, nisan-elmas, mayıs-zümrüt, haziran-inci, temmuz-yakut, ağustos-oniks, eylül-safir, ekim-opal, kasım-topaz ve aralık-turkuaz ya da tanzanit ile eşleştirildi.
1800’lere gelindiğinde toplumlar, yeni fikirlere açılmaya başladı ve bunun yansıması olarak değerli taş takılar, dini semboller olmaktan çıkıp bir moda trendi haline geldiler. Günümüzde hâlâ çeşitli güçleri olduğu konusunda inançlar devam etmekle birlikte özellikle takı sektöründe kullanılmaktadır.
Velhasıl renkleri, ışıltıları, nadirliğinin yarattığı çekiciliği, dayanıklılığı, duygusal ya da finansal değerleri, şifa verdiğine inanılması ve kültürleri yansıtmasıyla değerli taşlar her zaman insanlık üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Bakmadan Geçme





