TARİKAT VE CEMAATLER…
Geçtiğimiz hafta Elazığ Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara'nın ailesinin baskısı ile gönderildiği cemaat yurdunda baskılara dayanamayarak...
Geçtiğimiz hafta Elazığ Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın ailesinin baskısı ile gönderildiği cemaat yurdunda baskılara dayanamayarak intiharı, kamuoyunun dikkatini yeniden tarikat ve cemaat yurtlarına çekti. Bazı çevreler, “devlet yeterli yurt yapıp ücretsiz olarak öğrencilerin hizmetine sunsa bu intihar olmayacaktı” derken; bazıları da “cemaat ve tarikat yurtları kapatılsın”, bir başka kesim de “tarikat ve cemaat yurtlarını kapatmak yetmez, tarikat ve cemaatler kapatılsın” dedi.
Ben olayı tarihsel gelişim ve hukuk açısından irdelemek istiyorum. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nin çöküşünde tarikat ve cemaatlerin büyük etkisi olmuştu. Hatta Kurtuluş Savaşı sırasında bazı tarikat ve cemaatlerin liderleri düşmanla işbirliği yapmaktan bile çekinmemiş, Mustafa Kemal ve arkadaşları için “Katli vaciptir” diye fetvalar vermişlerdi. Bu durumları çok iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk, her yönüyle çağdaş bir Türkiye kurmak, çardaş bir toplum yaratmak için bunları toplumun ilerlemesinin önünde bir engel olarak görüyordu. Bu nedenle saltanatı, hilafeti, akıl ve bilim dışı nitelik kazanmış olan medreseleri, okuma ve yazmayı güçleştiren eski harfleri, eski kılık kıyafetleri, dünya ile iletişimi zorlaştıran eski ölçüleri, toplumu uyuşturmaktan başka bir işe yaramayan tekke ve zaviye ve türbeleri kapatmıştı.
Laik Cumhuriyette saltanata, hilafete yer olmadığı gibi tarikat ve cemaatlere de yer yoktu. Laik cumhuriyet, kuldan “birey”, ümmetten “ulus” yaratmak için “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller“ yaratmak istiyordu. Cemaat ve tarikatlarla bunu başarmak mümkün değildi. Çünkü cemaatlerde fikir özgürlüğü yoktu. Orada cemaatin ve tarikatın benimsediği kurallara biat etmek, uymak esastı. Bu yapılanmalarda akılcı, bilimsel, özgür düşüncenin gelişmesine izin verilmiyordu. Cemaat ve tarikatların donmuş, kalıplaşmış düşünceleri ise çağın çok gerisinde kalmıştı.
Atatürk Kastamonu’da halka yaptığı bir konuşmada “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi; Türkiye cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve şekilleri ile medeni bir toplum haline kavuşturmaktır. Türbelerden, ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için lekedir, ayıptır. Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni camiasında varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey milletim, iyi biliniz ki, Türkiye cumhuriyeti, şeyhler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiklerini yapmak insan olmak için yeterlidir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz” demiştir.
İşin hukuksal boyutuna gelince; 1925 yılında Şeyh Sait isyanından sonra yapılan yargılamalarda tekke ve zaviyelerin isyancıların merkezi haline geldiği, yabancılarla işbirliği yaptıkları anlaşılınca önce 18 Haziran 1925 tarihinde doğu isyan bölgesinde tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Daha sonra 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanun” çıkarılmıştır. 677 sayılı kanuna göre “cami ve mescitler dışında “ tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, emirlik, çelebilik, falcılık, büyücülük, falcılık, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatlar yasaklandı. Kanuna muhalefet edenlere hapis ve para cezaları getirildi.
Bugün yürürlükte olan anayasamızın 174. maddesine göre 677 sayılı kanun da diğer devrim kanunları gibi koruma altındadır. 174. madde aynen şöyle demektedir, ”Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden ve aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlayamaz.”
Görüldüğü gibi mevcut anayasa ve yasalarımıza göre tarikat ve cemaatlerin yasal dayanağının olmadığı açıktır. Bunların çalışmalarına göz yummak, desteklemek ve yönetime ortak etmek mevcut yasalara göre suçtur. Atatürk’ün yaklaşık yüz yıl önce belirttiği gibi, bilimin ilerlediği, insanların uzaya gittiği çağımızda Türk insanının tarikatlardan, cemaatlerden öğreneceği hiçbir şey yoktur.
Bakmadan Geçme





