Tarih, derin bir bilim kuyusu…
Geçtiğimiz günlerde İbn Haldun üzerine hararetli bir tartışma yaşandı. Basından izlediğimiz kadarı ile yapılan açıklamalarda Batılı...
Geçtiğimiz günlerde İbn Haldun üzerine hararetli bir tartışma yaşandı.
Basından izlediğimiz kadarı ile yapılan açıklamalarda Batılı Comte ile doğulu İbn Haldun karşılaştırılarak ‘İbn Haldun’un bizim kültürümüzde mahkûm edildiği’ iddia edildi.
Tartışmalar üzerine Yeni Şafak’taki köşesinde bir açıklama yazma gereği duyan bir milletvekili de “İbn Haldun’u verimsiz ve faydasız kılmanın yolu, ona insanüstü özellikler atfetmek ve onun söylediklerini tartışılabilecek ve eleştirilebilecek önemli tezler olmaktan öte, adeta bir vahiy imiş gibi sorgusuz sualsiz iman edilecek tespitler olarak görmek” dedi.
Vekil açıklamalarının devamında “Belki fırsat buldukça İbn Haldun derslerine devam etmek lazım. Mesela İbn Haldun, Osmanlı’da neden yasaklandı?” diye yazdı.
Özetle, İbn Haldun’un ‘batıcı’ ve ‘aydınlanmacı’ çevreler tarafından yok sayıldığı iddia edilirken milletvekili yazar Aktay, iddiaların doğru olmadığını aksine İbn Haldun’u Osmanlı’nın yasakladığını yazdı.
**
Öte yandan son yıllarda daha da görkemli hale gelen İstanbul’un fetih kutlamaları da yıllardan bu yana tartışmalı bir konu olagelmiştir.
Bilindiği gibi İstanbul’un fethi, hem Osmanlı hem de dünya tarihinin dönüm noktası olaylarından biridir. 21 yaşındaki genç Türk sultanı olan Fatih Sultan Mehmet, 1000 yıllık Bizans başkentini fethederek yeni bir çağ açmıştır. Batı, İstanbul’un fethedilmesi ile hem psikolojik, hem de maddi gücünü kaybetmiştir ve yaklaşık 250 yıl kendini savunma durumunda kalmıştır.
İstanbul’un Türkler tarafından fethi Avrupa tarihini de kökten etkilemiştir: İstanbul’dan kaçan bilim adamları, sanatçılar İtalya’ya kaçarak Avrupa’da Rönesans’ın temellerini atmışlardır.
Osmanlı kaynaklarında Bizans başşehrinden Konstantinopolis diye söz edildiği bilinir. Şehrin fethedilişinden sonra zaman zaman farklı isimler almış, fakat İstanbul şehri diğer isimlerden daha çok hafızalarda yer edinmiştir. Tarihçilerin belirttiğine göre II. Mahmut’la yönünü batıya çeviren Osmanlı Devleti’nde Avrupalı devletlerde olduğu gibi İstanbul’un fethinin resmi olarak kutlanması teklifi ortaya çıkmasına rağmen devlet her nedense bu teklife pek sıcak bakmamıştır.
İstanbul’un fethinin ilk kez II. Abdülhamit döneminde bir defalığına mahsus olmak üzere kutlandığı görülüyor. İddialara göre 33 yıllık saltanatı boyunca denge siyaseti yürüten Abdülhamid, Rumları ve Patrikhane’yi gücendirip siyasi bir kriz çıkmaması için kutlamaların yapılmasına izin vermemiş.
Murat Bardakçı, 31 Mayıs 2015’te HaberTürk’te yazdığı bir yazıda Padişah Abdülhamid’in, ‘Rumlar üzülürler’ diye fetih kutlamalarına izin vermediğini yazmıştır.
Konuyla ilgili İlk resmi bayramın 33 yıllık Abdülhamit’i devirip 1908’de Meşrutiyet’i ilan eden İttihatçılar tarafından 1910 yılında kutlandığını görüyoruz. Fatih’in mezarının ziyaret edilmesi geleneği de o günlerde başlamış. Kadırgalar Caddesi’nde yeniçeri kıyafetleri giymiş askerlerin yürütülmesi ve bu kutlamada mehteranın unutulmuş marşları seslendirmesi de bu dönemde başlamış.
İstanbul’un fethinin ilk kutlamaları günümüzden farklı olarak miladi 29 Mayıs yerine Rumi 29 Mayıs’ta kutlanmış. Yani ilk fetih kutlamaları miladi takvime göre 11 Haziran’da kutlanmış.
İlk fetih kutlamalarında Bizans surlarına ilk sancağı diken ismin Ulubatlı Hasan yerine Balaban Çavuş olduğu belirtiliyor. Ulubatlı Hasan’ın o tarihlerde ismi bile yok!
Bilgilere göre İsmet İnönü dönemine gelindiğinde “500. Yılında Fetih” kutlamaları için önce kanun çıkarılması, Fatih’ten kalma eserlerin restore edilmesi ve kutlamalar için hazırlık yapılması ile ilgili çalışmaların başlatılması istenmiş. Fetih kutlamaları için Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel görevlendirilmiştir. Bu çerçevede Fatih’in heykelinin yapılması, fetih ve Fatih’le ilgili kitaplar basılması, fetihle ilgili konferanslar düzenlenmesi, 1945 Olimpiyatları’nın İstanbul’da yapılması için başvuruda bulunulması düşünülmüş.
İlk büyük kutlamalar 1950’de iktidarı devralan Demokrat Parti ile başlamış. 1953 yılında yapılan 500. yıl kutlamalarının en önemli olayı ise Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in törenlere katılmamasıdır. İlber Ortaylı, fetih kutlamalarının Menderes döneminde ‘Yunanistan’a ayıp olur’ diye sona erdirildiğini yazar.
Bardakçı ve Ortaylı’nın verdiği bilgiler bu çerçevede.
**
Ve ‘unutturulan’ zafer; Kut’ul Amare.
Kut’ül Amare Savaşı, 29 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı ordusunun bugünkü Irak’ın başkenti Bağdat yakınlarındaki Kut bölgesinde İngilizlere karşı kazandığı büyük bir zaferidir.
Aradan bir yıl geçtikten sonra yeniden geri kaybedilmiş Kut’ul Amare.
Kut’ul Amare zaferi, 1952’ye kadar bayram olarak kutlanırken, Türkiye’nin NATO’ya girişi sonucu yasaklanmış. İngilizlerin baskısı o kadar yoğun olmuş ki Kut’ül Amare zaferi ve Kut Bayramı’na yönelik tarihi bilgiler, okullardaki tarih kitaplarından bile silinmiş.
Tarih derin bir bilim kuyusudur…
Tarih, önemli bir bilim dalıdır…
Tarih bilimi geçmişi karartmak amacı ile değil geleceği aydınlatmak amacıyla yapılmalıdır.
Bakmadan Geçme





