Süslenmenin ve kozmetiğin tarihi
İnsanlık tarihine baktığımızda süslenme ihtiyacı, neredeyse giyinme ihtiyacından bile önce doğmuştur diyebiliriz. Hatta yine diyebiliriz ki...
İnsanlık tarihine baktığımızda süslenme ihtiyacı, neredeyse giyinme ihtiyacından bile önce doğmuştur diyebiliriz. Hatta yine diyebiliriz ki güzel görünmek, temiz olmaktan dahi önce geliyordu. Bu beğenilme, genç görünme, vücuttaki çeşitli sivilce, kırışık ve yara izlerini kapatma, rüzgar, soğuk, güneş gibi etkenlerden cildi koruma, güzel kokma ve benzeri arzular, tarih boyunca insanları çeşitli şeyler kullanmaya ve yeni yöntemler bulmaya itmiştir. Mesela ilk çağlarda avladıkları hayvanların kemiklerinden tarak yapmışlar, madenleri işlemeyi öğrendikten sonra cilaladıkları levhaları ayna olarak kullanmışlar, ayrıca tenin güzel görünmesini sağlamak için de çeşitli şekillerde vücutlarına nakışlar yani dövmeler yapmışlar ya da ciltlerine bazı boyalar sürmüşlerdir. Güzel görünmekten başka vücudu boyamak, kabile bireyleri arasındaki bağı göstermek, düşmanları korkutmak ve kamufle olmak için de kullanılmıştır.
Kremlere, farlara ve göze çekilen sürmelere gelecek olursak bulunan tarihi eserler göz önüne alındığında en dikkat çeken medeniyet Mısır’dır. Eski Mısırlılar, sürme çekmek ve kaşlarını boyamak için antimon madenini (rastık-sürme taşı) kullanıyorlardı. Bunun için kullanılan bir karışım ise kurşun, bakır, kül ve yanmış badem içermekteydi. Mısır’da erkekler de kadınlar da sürmeyi çokça kullanırlardı. Sürme, hem nazar ve kötü ruhları engellemek hem de sert çöl güneşini saptırmak için kullanılıyordu. Son yıllarda yapılan araştırmalar, bu sürmenin Mısır’ı bazı bulaşıcı hastalıklardan korumaya yardımcı olabileceğini belirlemişlerdir zira kurşun bakterileri öldürür. Ancak zehirli bir madde olduğundan insanların sağlığını bozmuş olma ihtimali de yüksektir.
Kadınlar tarafından günümüzde de en çok kullanılan malzemelerden biri olan ruj da gerek Mısır’da gerek diğer medeniyetlerde önemli bir kozmetikti. Kleopatra, öğütülmüş karmin böceklerinden yapılma rujlar kullanırken diğer kadınlar da kırmızı hardalla bazı yağları karıştırıp dudaklarına renk vermek için bunu kullanırlardı. Daha fakir olan kesim ise dudaklarına suyla karıştırılmış kil sürerlerdi. Ayrıca duvar resimleri ve bazı mumyaların yanlarında bulunan çeşitli kutulardan anlaşıldığı üzere Mısırlılar, allık ve parfüm de kullanıyorlardı. Yine banyolarına parfümler koyar, bedenlerini ise kille ovalarlardı. Mısırlıların kozmetik alanındaki bilgileri Asurlulara, İbranilere, Babillilere, Perslere ve Yunanlılara da sirayet etti.
Eski Yunan’da kadınlar, diğer makyaj malzemelerinin yanında güzel kokulu merhemler ve tırnak boyası gibi ürünler kullanıyorlardı. Yunanlılar ve Romalılar da bedenlerinin bakımına önem gösteriyorlardı ve temizlik de bunun en önemli parçasıydı. Gelen konuklara banyo yaptırılması ve kokulu yağlar sunulması gelenek haline gelmişti. Romalılarda da hamam kültürü oldukça önemliydi ancak yıkanırken sabun kullanmayı bilmiyorlar, yıkanmadan önce bedenlerini kokulu yağlarla ovalandıktan sonra “strigil” adı verilen ucu kıvrık metal bir aletle üzerlerindeki ölü deri, kir, ter ve yağı sıyırıyorlardı. Yine kozmetik ürünleri ve parfüm, diğer medeniyetlerde olduğu gibi Romalılar için de vazgeçilmezdi. Kadınlar gibi erkeklerde bundan faydalanabiliyordu. Hatta İmparator Neron’un yüzünü beyazlaştırmak için tebeşir tozu, yanakları ve dudakları için bazı kırmızı boyalar, dişlerini beyazlatmak için süngertaşı kullandığı bilinir. Karısının ise eşek sütü ve ekmekten mürekkep bir maskeyi yüzüne kalın bir şekilde uyguladığı rivayet edilir.
Arap medeniyetine bakacak olursak yine sürmenin öne çıktığını görüyoruz. Ayrıca günümüzde birçok ülkede hala vücuda desenler yapmak veya ellere, tırnaklara, ayaklara renk vermek ve saç boyamak için kullanılan kına, eski dönem Araplarda oldukça yaygın kullanıma sahipti. Özellikle Kuzey Afrika ve Hindistan’da kına, eskiden olduğu gibi şimdi de önemli bir süs maddesi olarak öne çıkar.
Daha sonraki dönemlerde Avrupa’da Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte makyaj, kilise tarafından kötü bir eylem olarak tanımlandı. Ancak insanlardaki süslenme ihtiyacı, özellikle aristokrat kesimde kilisenin söylemlerine üstün geliyordu. Özellikle 1500-1600’lü yıllarla birlikte soluk makyaj moda oldu ve bu, çok uzun yıllar devam etti. Bu soluk makyajı yapmak için kurşun içeren kremler kullanıldı ancak kurşun, zehirli bir madde olduğundan saç dökülmesine ve cilt çürümelerine yol açıyordu. Yani belli bir dönem güzel görünmenin bedeli, erken yaşlanma ile sonuçlanıyordu. Nitekim İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth de bembeyaz bir cilt için bu kremlerden bolca kullanmış ve o da aynı akıbete uğramıştı. Ayrıca o dönemlerde Avrupa, şekerle yeni tanışmış olduğundan zengin sofralarında çokça yer alıyordu. Kraliçe de birçok şeyi şekerli tüketmeyi seviyor, diş bakımını da yine şekerle ya da balla yapıyordu. Bu nedenle dişlerini kaybetmesi de çok uzun sürmedi.
17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da toplumun üst tabakası, makyaja takıntılı bir şekilde düşkün hale geldi ve hem kadınlar hem de erkekler bunu abartılı bir şekilde kullandılar. 19. yüzyılda ise doğal makyaj moda oldu hatta hastalıklı gibi görünmek, büyüleyici görünmekle eşdeğer hale geldi. 20. yüzyıla gelindiğinde artık makyaj malzemeleri, sadece ayrıcalıklı bir kesimin ulaşabileceği ürünler olmaktan çıkıp herkesin kolayca ulaşabileceği tüketim malzemeleri haline geldi.
Velhasıl böyle uzun bir konuya kısaca değindikten sonra diyebiliriz ki süslenme ihtiyacı ve kozmetikler, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana değişerek ve gelişerek bize eşlik etti ve insanlığın sonu gelene kadar da eşlik etmeye devam edecek.
Bakmadan Geçme





