Sosyal devlet
Koronavirüs, hayatımızın bir parçası oldu. Onunla yatıp onunla kalkmaya başladık. Yarasa etinden mi bulaştı, yoksa ekonomide-teknolojide...
Koronavirüs, hayatımızın bir parçası oldu. Onunla yatıp onunla kalkmaya başladık. Yarasa etinden mi bulaştı, yoksa ekonomide-teknolojide önde olan bir ülkenin geliştirip kendisine rakip olan ülkelere servis ettiği bir mikrop mudur bilemiyorum ama tüm dünyayı şimdiden esir aldığı tartışmasız. Fabrikalar kapandı, hava, kara yolu ulaşımı durduruldu, okullar eğitime ara verdi, ulusal ve uluslararası spor yarışmaları ertelendi. Sanki hayat durdu.
Mikrobun ilk görüldüğü yer olan Çin’de kontrol altına alındığı söylense de Amerika, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya gibi gelişmiş ülkelerin vatandaşlarını kırıp geçirdiği, çok sayıda insanın hastalandığı, ölümlerin hızla arttığı söyleniyor. Devletler, hastalığın yayılmasını önlemek için peş peşe çeşitli sosyal ve ekonomik tedbirler alıp uygulamaya koyuyorlar.
Uzmanlar, virüsün insandan insana temasla geçtiğini belirterek insanların toplu olarak bir arada olmalarının önüne geçilmesini, ayrıca çok sayıda test yapıp hasta olanları toplumdan izole ederek mikrobun yayılmasının önlenmesini istiyorlar. Bazı ülkeler, bu konuda çok kararlı davranıp sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Bazıları da devletin maddi ve manevi tüm olanaklarıyla halkın yanında olduğunu duyurarak halkın evde kalmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Biz devlet olarak ne yapıyoruz? Önce sessizce izledik, bekle-gör politikası uyguladık. Hastalık ülkemizde görüldükten bir hafta sonra 65 yaş ve üstü ile kronik hastalığı olan kişilerin evde kalmalarını istedik. Ama yaşlılarla birlikte oturan kişilerin dışarıda dolaşmalarına, akşam evde aynı sofrayı paylaşmalarına izin verdik. Çalışmak zorunda olan vatandaşlarımıza bazı Avrupalı ülkeler gibi “Evde kalın. Devlet olarak kimseyi aç, açık, işsiz bırakmayacağız. Zorunlu tüm ödemelerinizi durdurduk, devletin tüm olanaklarıyla emrinizdeyiz, yeter ki şu mikrobu yeninceye kadar zorunlu olmadıkça evden çıkmayın” diyemedik. Ne yazık ki ülkemizde hasta ve ölüm sayıları hızla artıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devleti “sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlıyor. Sosyal devletin en önemli görevlerinden biri, hatta birincisi halkın sağlını korumaktır. Bu konuda anayasamızda amir hükümler vardır. Bunun için daha fazla geç kalmadan koronavirüse karşı gerekli önlemler alınmalıdır. Gerekiyorsa tüm ülkede sokağa çıkma yasağı sıkı bir şekilde uygulanmalı, halkın ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Bu konuda devletin tüm olanakları seferber edilmelidir. Büyük Türk düşünürü Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e dediği gibi, “Ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın” özdeyişi göz önünde tutulmalıdır.
Dün akşam cumhurbaşkanının IBAN numaraları vererek bu hastalıkla mücadele için halktan para istediğini öğrendim. Devletimiz adına üzüldüm. Hani biz artık dünya ülkesiydik? Hani IMF’ye bile borç veriyorduk? Afrika’nın ve dünyanın birçok ülkesine cami, okul, hastane, köprü yaptırıyorduk, bağışta bulunuyorduk. Kimsenin kabul etmediği milyonlarca Suriyeliyi milyarlar harcayarak biz bakıyoruz diye dünyaya çalım atıyorduk. “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek 1150 odalı saray ve yazlık köşkler yaptırıp başkanlığa bağlı uçak ve lüks araba filoları kurmuştuk.
Deprem oldu, halktan para istendi. 15 Temmuz darbe girişimi oldu, şehit aileleri için halktan yine para istendi. Şimdi salgın bir hastalık görülünce bununla mücadele için yeniden para isteniyor.
O zaman vatandaşlar, “Bu ne biçim sosyal devlet? Her türlü gideri biz karşılayacaksak devletin görevi ne? Neden vergi ödüyoruz, ödediğimiz vergiler nereye gidiyor? Madem gücümüz yoktu bu israf neden?” diye sormazlar mı?
Biz, büyük bir devlet ve büyük bir ülkeyiz. Ülkemizin kaynakları hepimize yeter. Yeter ki bu kaynakları ülkemiz ve vatandaşlar yararına kullanalım. Böyle zor günlerde devlet olarak halkın ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayalım. Harcamalarımızı bu zor günleri unutmadan yapalım. Evde kalın, sağlıkla kalın.
Bakmadan Geçme





