Sosyal devlet, ortak akıl!

Gündüz vakitleri televizyon izlemeyi bıraktım. Daha doğrusu izlemiyorum. İzlesem bile ya belgesel ya da müzik kanalları…....

Gündüz vakitleri televizyon izlemeyi bıraktım. Daha doğrusu izlemiyorum. İzlesem bile ya belgesel ya da müzik kanalları…. Akşam oldu mu ister istemez günlük verileri takip ediyoruz. Uzmanlar, bilim kurulu, bakan ve cumhurbaşkanı. Kaç kişi ölmüş? Karantina, izolasyon, pozitif, enfekte, entübe, sosyal mesafe… Bir sürü tıbbi terimler. Valla korona ile bir hayli içli dışlı, hatta akraba olduk gibi…

Bazı devletleri yakından takip edebiliyoruz ya da öyle sanıyoruz. Kimilerinden hiç bilgi aktarımı olmuyor… Örneğin çevremizdeki ülkeler. Ölüm oranlarına bakarak iyi ya da kötü olduğumuz konusunda yorumlar yapıyoruz.

Başta İtalya ve İspanya gibi ülkelerdeki ölümler, insanı düşündürtüyor. Günde bine yakın ölüm.

Aralık ve Ocak aylarında salgınla ilgili gelişmeleri hafife alıp Çin’i ekonomik açıdan alaşağı etmeyi planlayan ABD Başkanı Donald Trump da öyle bir açıklama yaptı ki beni gerçekten düşündürttü! Trump, koronavirüs salgınıyla ilgili yaptığı açıklamada, ölüm vakalarının iki hafta içinde tavan yapacağını söyleyerek, “Biz hiçbir şey yapmasaydık 2.2 milyon insanın ölmesi bekleniyordu ama bunun çok altında olan 100 bin ila 200 bin ölümle bu süreçten çıkarsak iyi bir iş çıkardık demektir” ifadelerini kullandı.

“İyi iş çıkarmak!” Çeviri doğru mu bilmiyorum ama bana göre bu ifadeler hiç de insani değildi.

**

Türkiye’nin birçok Avrupa ülkesi ve ABD’ye göre özelikle sağlık alanında sosyal politikalara sahip olduğu yazılıyor çiziliyor… Yani yetkililerimiz ‘haklı’ olarak övünüyor.

Ama bu hakların alınmasında Türkiye’deki sendikal mücadele ile bu uğurda verilen bedelleri hatırlamayacak mıyız! Örneğin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler niçin öldürüldü?

**

Koronayı şimdilik kenarda bırakalım…

Sosyal medyada Birgi’deki dut ağaçlarının budanması ile ilgili bazı eleştirel yazılar gördüm. Hatta kendi içinde küçük bir de tartışma yaşandı.

“Dut ağacı çiçeklendiğinde bahar gelmiştir çünkü dut ağacı aldanmaz” derler. Ben konunun uzmanı değilim ama budama zamanının yanlışlığından söz ediliyor, Birgi’deki ipek böcekçiliğine darbe olarak yorumlanıyordu. Bilirsiniz ipekböceği, sadece temiz dut yaprağı ile beslenir…

Kaç ağaç olduğunu da bilmiyorum. İnternette konuyla ilgili siteler bulup şöyle bir araştırma yapayım dedim. Dut ağaçlarında yaprak hasadının ardından ve yaz başlangıcında iki kez budama yapılabileceği yazılıyordu ama bu, meyvesi için ya da yaprakları için hangi dönem uygundur belirtilmiyordu. Belki o da vardı ama ben göremedim.

Ben, her ağacın budama mevsimi ve yönteminin aynı olmadığını mantıken söyleyebilirim. Ağaçların bir uyku dönemi olduğunu ve budamanın bu uyku döneminin sonundaki uyanma döneminden önce yapılması gerektiğini kabaca biliyorum.

Bakın basit bir iş imiş gibi geliyor insana ama her işin bir uzmanlık alanı var…

Biliyorsunuz Büyükşehir Yasası, köy ve beldelerin yetki kullanma alanlarını daralttı. Eskiden evet belki çoktu ama beldelerde belediye başkanı ve altında çalışanları olurdu. Onlar da çevre köyleri gözetirlerdi. Şimdi ne oldu? Beldelerde 3-5 görevli ile birkaç araç… Ne yaparsan yap.

Ne çöpler doğru dürüst toplanıyor ne de kamu hizmetleri doğru dürüst yapılabiliyor. Genel tuvaletler bile rezillik içinde. İnsan girmeye çekiniyor!

Diyeceğim şu: Her beldenin kendine özgü sorunları ve ihtiyaçları var. Eskiden bunlar köy ve belde içinde geleneksel biçimde sürdürülüyordu. Şimdi deyim yerinde ise köy ve beldeler kendi halinde. “Saldım çayıra, Mevlam kayıra”

Gelelim şu dut meselesine. Dut dedim ama “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” örneğinde olduğu gibi bizimki yazıya bir bahane… Bir de dilerim yapılan işte de bir yanlışlık yoktur…

Nereden baksan sorun yumağı. Kime ah desen bin bir bahane… Oysa ortak akıl ve dayanışma ile birçok iş çözülebilir gibi geliyor bana… Ama o ortak akıl ve dayanışma arzusu, sosyal medyada kalmadığı sürece…

Ben yine ıslık eşliğinde şiirciklerimi yazmaya devam edeyim…

Bakmadan Geçme