Sorumluluk ahlakıyla davranmak da farzdır!
Halka mikrofon uzatan muhabire, “Ne yapalım, herkes bir gün ölecek. Tedbir alsak ne olacak, tedbir almasak...
Halka mikrofon uzatan muhabire, “Ne yapalım, herkes bir gün ölecek. Tedbir alsak ne olacak, tedbir almasak ne olacak?” diyen bir beyin sözlerine ve umre dönüşü din kardeşlerimizin sözlerine, takındıkları eylemlere takılı kaldım. “Acaba bu kadar da rahat olmak, tevekkül sahibi olmak mı demekti?” diye kendimce muhakemede bulundum. Tevekkül, üzerimize düşen görevleri hakkıyla yaptıktan sonra Allah’a dayanmak ise gerçek manada tedbirlerimizi alıyor muyuz ki diye kritik etmeyecek miyiz?
Ölüm bir gerçek, bu doğru. İslamiyet’in kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de de bu gerçek, defaatle insanoğluna hatırlatılır. Ankebut Suresi’nin 57. ayeti: “Küllü nefsünzaikatül mevt” yani “Her can, ölümü tadacaktır” uyarısını duymayanımız yoktur.
Ölüm, hayatı daha gizemli ve değerli kılıyor lakin yaşam emanetine de sahip çıkmamız emrediliyor. Enam Suresi 4. Ayet’te hayat gerçeğinin bir anlamda bize emanet edildiğini, kıymetini bilmemiz gerektiğini bildiren enfes bir ikaz da vardır.
Hiç ölmeyecek gibi dünya işlerimize, yarın ölecek gibi ahir dünyaya çabalamamız da yine İslam dininin öğütleri arasındadır.
“Ne olacak canım, zaten herkes öbür tarafa gidecek” mantığı ile davranmak, tevekkülle hareket etmekle uzaktan yakından ilgili değil. Olsa olsa bir nevi vurdumduymazlıktır ki böylesi bir tutumun insan olmanın sorumluluk ahlakı ile bağdaşmadığını biliyoruz.
Malum, tatsız ve zor günlerden geçiyoruz. Hasta olmamak için tedbirlerimizi almak zorundayız. Tedbir almak; insani, ahlaki ve Müslüman olmanın erdemidir. Bir o kadar da diğer bir şahsı hasta etmemek için de elimizden gelen çabayı sergilemek zorundayız.
Umreden dönüp de karantinada kalmamak için güvenlik kuvvetlerine tükürük atmak, “Bize bir şey olmaz. Biz ibadetten geldik” tavrıyla sorumsuz ve lakayt davranışlar sergilemek, her şeyden önce ibadet ettiğimiz, tapındığımız Allah’ı hoşnut etmez.
Ne acıdır ki İslamiyet’in şartlarını beşe koşullandırdığımızdan bu yana Kuran-ı Kerim’in ne dediğini, bize nasıl bir ahlak kazandırmak isteğini de umursamaz olduk. Halbuki İslamiyet’in şartları, Kuran-ı Kerim’in tamamıdır.
Anlayarak, düşünerek, tefekkür ederek okunmadığı için Müslümanlık, şekilsel planda kalıyor. Şekilsel kaldığı zamanda da ahlaki noksanlıklar kaçınılmaz oluyor.
Ahlak olmadan ne insanlık ne de dini vecibeler anlamlı…
Karantina altına alınmak, ilk planda nahoş gelebilir fakat eğer sağlık söz konusu ise ve de kendi sağlığımızın yanında başka bir bireyin de güvencesi söz konusuysa kul hakkı devreye girer.
Sahi, kul hakkı diye bir kavramın idraki içinde miyiz?
Kendi haklarımızın bittiği yerde başlayan, eğer itina ve saygı göstermezsek ibadetlerimizi aksatıyormuşçasına bizi günaha götürecek bir haktır kul hakkı. Nisa Suresi 36. Ayet’te kendimizden gayrısına da iyilikle davranmamız, sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz emredilir.
Ne var ki Nisa Suresi 36. Ayet, İslam’ın şartları, rükunları arasında pek konuşulmaz. Bazılarınca “Yap beşi, kurtar başı. Diğer ayetlere sıra gelirse” gibi bir tutum sergileniyor. Ayetlerin bütününe bakınca karşımıza en çok kul hakkı, toplumsal ahlak konuları çıkar.
Ademoğulları ile Havvakızları, yeryüzünün halifesidir. Her bir insan, bir halifedir. İslamiyet’te halifelik, saltanatlık diye ayrıca bir makam yoktur.
Sorumluluk demek, sadece belli başlı dini ritüelleri yerine getirmek değil, genel anlamda topyekun bu ibadetleri yerine getirmenin yanı sıra insanlığa zarar vermemek adına uğraşmak da farz bir ibadettir.
Cuma namazına katılmak için birbirini itekleyenlere imam efendinin koronavirüsü hatırlatıp camide toplu namaz kılınamayacağını bildirmesi üzerine köpüren, bağıran, neredeyse imamı dövecek bir grubun olması karşısında esef duymamak, kahırlanmamak mümkün mü sevgili canım okur?
“Canımızı okuyanlar okuyor” mu diyorsunuz, “Böyle geldik, böyle gideriz” diye mi sitemler savuruyorsunuz bilemiyorum ama inanın yanlış yaşayan Müslümanlar, Kuran-ı Kerim Müslümanlığından fersah fersah uzak. Bunun vebalini de herkese genellemek doğru değil diye düşünüyorum. Meseleyi particilik yaparak açıklamaya çalışanları da samimi bulmuyorum. İnsani, vicdani ve dini meseleler, herhangi bir parti mensubu olmakla alakalı da değildir. Değerler konusunda biraz daha saygılı, duyarlı ve de siyaset üstü düşünmeliyiz.
Hükümeti, muhalefeti hangi parti tarafında olursak olalım bu toplumun dokusuna vicdani ve inanç değerlerine saygılı olmak gibi çok önemli bir misyonu kendimize görev edinmeliyiz.
“Din; kimsenin çıkarında, tekelinde değildir” demek kadar en azından doğru, gerçek inanç bilgisini savunmak adına kendi kutsalımız Kuran-ı Kerim’in ne anlatmak istediğini iyi bilen ve uygulanması için çırpınan bir hükümet ve muhalefete her günden daha çok ihtiyacımız var; ne dersiniz?