SENİN OLAN

Sahiplenmek… Her şeyi… Sanki seninmiş gibi, hiç senden ayrılmayacakmış gibi ya da sen ondan hiç ayrılmayacakmışsın...

Sahiplenmek… Her şeyi… Sanki seninmiş gibi, hiç senden ayrılmayacakmış gibi ya da sen ondan hiç ayrılmayacakmışsın gibi. Ama hayat insana zaman zaman sürprizler hazırlıyor pek de beklemediği bir anda. “Benim” dediğiniz, sahiplendiğiniz bir şey bir anda sizi bırakıp gidebiliyor.

Kök saldığımızı sanıyoruz bulunduğumuz toprağa bir ağaç gibi. Lakin öyle bir şey yaşanıyor ki kökleri söküyor. Yani sağlam zannettiğiniz, sarsılmaz sandığınız, bizim dediğiniz şeyler bir çırpıda terk edebiliyor sizi ve yerinden söküp savurabiliyor insanı.

Mekanları sahipleniyoruz önce, sonra insanları. Onların azizliğine uğradığımızda anlıyoruz ne kadar bağlanıp sahiplendiğimizi. Belki de bu sahiplenme nedeniyle yaşadıklarımızı içimize sindiremiyoruz, hazmedemiyoruz. Kendi davranışınız gibi kendinize de öyle bir muamele beklerken ummadığımız sonuçlarla karşılaşabiliyorsunuz. İçiniz acıyor haliyle ve kırılıyor kalbiniz…

Sonra sağlığı benleniyorsunuz. Kendimizi yani. Hep sağlıklı kalacakmışız gibi. Elimizi, gözümüzü, dişimizi hep bizde kalacakmış gibi görüyor ve biraz hoyratça kullanıyoruz, yeterince değerini bilemiyoruz. Ancak kaybedince anlıyoruz gerçekten kıymetini. Oysaki gerçekten bizimle kalabilmeleri için kaybetmeden değerini bilmek gerekiyor.

Şimdi bize sorsalar, hangi uzvunuzdan fedakarlık edersiniz, hangisinden vazgeçebilirsiniz diye, herhalde hep bir ağızdan “hiçbirinden” diye bağırırız. Öyleyse hep sanki bize bu soruluyormuş gibi düşünmeli ve bakış açımızı sahip olduklarımıza göre oluşturmalıyız.

Yine hayatımızı bir bütün olarak düşünürsek; yaşadığımız her an da hayatımızın uzuvları. Öyleyse onlar da bizi terk edebilir ve terk ediyorlar. Zaman dediğimiz sermaye her an azalıyor. Ve onu değerlendirip değerlendirmediğimize göre de adı değişiyor.

Hayat

zaman

zaman dediğin

şu an

var olan o

gayrısın

bilinmeze

Nefes nefese eklenirken, kıymetini bilirsen ömür bereketlenir.

Bakmadan Geçme