Selâmün aleyküm

Arapçamın iyi olduğunu söyleyemem. Hatta hiç yok desem yeridir. Ama dilimize girmiş ve yerleşmiş Arapça kökenli...

Arapçamın iyi olduğunu söyleyemem. Hatta hiç yok desem yeridir. Ama dilimize girmiş ve yerleşmiş Arapça kökenli sözcüklerin gerçek anlamları ve kökenleri ile ilgilenirim. İnternet üstünden yaptığım araştırmalarım yetersiz kalırsa bilenlere danışırım.

Daha önce de yazdım. Selâmün aleyküm, İslamiyet ve Arapçadan önceki Aramice kökenli bir selamlaşma sözüdür. Biliyoruz ki bu selamlaşma sözcükleri İslamiyet ile bütünleşmiş, Müslümanların selamlaşma biçimi olarak kabul edilmiştir.

Aynı coğrafyanın toplumu olan Yahudilerde de benzer seslerde selamlaşma sözcükleri olduğunu biliyoruz. Yahudiler arasında kullanılan geleneksel İbranice selamlaşma şekli olarak selam veren, “şalom aleykem”, selamı alan ise “aleykem şalom” diye karşılık verirmiş.

Arapça selam ile İbranice şalom ‘barış’ demektir. Esenlik, sağlık…

“es-selamu aleyküm” barış ve huzur seninle/sizinle olsun anlamındadır.

“ve aleykümü’s-selam” da barış ve huzur seninle de olsun demektir.

Kur’an-ı Kerim Nisa Suresi 4/86: “Bir selam ile selamlandığınızda siz de ondan daha güzeli ile selamlayın veya aynı ile karşılık verin.”

Bunu çok az da olsa abartanların olduğunu, yolda belde her gördüğü insana selam verenlerin olduğunu da biliyoruz.

Aslen selamlaşma, baş ve gözle de olabilmektedir.

Edebiyat derslerinde iletişimin ‘görme’ ile başladığını söyleriz öğrencilerimize. Bazen de görürsün ama görmezlikten gelir, ‘takmazsın’. Bu da bir tavırdır.

Modern çağın iletişim araçları olan telefon ve bilgisayarlardan örnek verirsek birinin iletilerini, davranışlarını sürekli takip eder ama beğen ve paylaş tuşuna basmazsın. Takmazsan takma!

Ben günaydın demeyi tercih ederim. Tanzimat döneminde de Fransızca ‘bonjour’ kelimesi takılmış kimilerinin diline.

Günaydın, günün her saatinde söylenebilecek bir sözcüktür. Dikkat ederseniz içinde sabah anlamı yoktur. Dilimizde ne güzel kelimeler var: Hoşça kal gibi…

Aslen bütün dillerde vardır. Ben, “Bizim dilimiz en güzel dildir” ya da “Dünyanın en güzel dili Arapçadır” diyenlerden değilim. Bu konuda takıntılarım yok. İyi günler de derim hayırlı işler de… Günaydın da derim selamün aleyküm de. Önemli olan selamlaşmak ise…

Ben ‘günaydın’ diyorum, adam ‘aleyküm selam’ şeklinde karşılık veriyor.

Tünaydın, eski Türkçe tün kelimesinden türetilmiş, yabancı dillere özenti bir uydurmadır. Tün, gece demektir. Öğlenden sonra tünaydın derseniz geceaydın demiş olursunuz.

Esasen kelimelerin tamamı uydurmadır. Örneğin ağaç kelimesine neden ağaç demişiz? Bunun bir açıklaması yoktur. Biri uydurmuş, öylesine de devam etmiştir.

İyi akşamlar, iyi geceler…

Selam, barış demektir.

Barış demektir ama bunun yat kalk söylemekle barış gelmiyor. Eğer gelse idi dünyanın en barışçıl coğrafyası Arap coğrafyası olurdu. Çünkü Arap coğrafyasında belki de milyonlarca kez selamün aleyküm deniliyor.

Demek ki barış için başka bir şey gerekiyor.

Türkiye’nin güneyi ve doğusu. Suriye, İran, Irak, Ürdün, Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Libya… Deyim yerinde ise savaş coğrafyası. Bazı kentler yerle bir olmuş. Taş taş üstünde kalmamış…

Din savaşları yetmemiş, bir de mezhep savaşları…

Selamı vermek sünnet, almak farz imiş…

Selam verip alıyoruz ama ne barış geliyor ne de esenlik.

Selamün aleyküm, aleyküm selam…

İşte Filistin’in, Suriye’nin, Libya’nın ve Irak’ın durumu. İçler acısı. İslam’ın selamı deyip her gün birbirlerine barış ve huzur dileyenler bile bin bir parça…

Bence selamı hangi dilde verip aldığınızdan çok içinizdeki insani ve evrensel duygular daha önemlidir…

Yazımı Pir Sultan’ın bir dörtlüğü ile bitireyim: “Şu kanlı zalımın ettiği işler / Garip bülbül gibi zaralar beni / Yağmur gibi yağar başıma taşlar / İlle de dostun bir fiskesi yaralar beni”

Bakmadan Geçme