Savaş ve müzik
Savaş ve müzik, anlam bakımından birbirine tamamen zıt iki kelime gibi görünse de müzik, çok eski...
Savaş ve müzik, anlam bakımından birbirine tamamen zıt iki kelime gibi görünse de müzik, çok eski çağlardan bu yana savaşın ve askeri yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Tarih boyunca savaşı düşünürken davul, trompet, kös ve benzeri aletlerle çalınan ezgileri hatırlamamak mümkün değildir.
Müziğin askeri alandaki işlevi çok yönlüdür ve hem haberleşme aracı olarak hem de düşmana karşı psikolojik bir silah olarak kullanılmıştır. Askeri müzik denince akla ilk gelen Türkler ve mehter takımıdır. Türk ulusu tarih sahnesine çıktığı zamandan beri askeri müzik, Türk kimliğine uygun bir şekilde gelişimini sürdürmüştür ancak askeri bando şeklinde kullanımı dışında müzik, ilerleyen yıllarda teknoloji arttıkça savaşan askerlere ve onları bekleyen kitlelere moral vermek için de faydalarından yararlanılmaya başlanan önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu son faydasına dair en önemli ve en öne çıkan müzik eseri, hiç kuşkusuz II. Dünya Savaşı sırasında Alman askerlerine ve onları bekleyenlere umut olan “Lili Marleen” adlı şarkıdır.
1915 yılında asker olarak I. Dünya Savaşı’na katılan Alman şair ve yazarı Hans Leip, cephedeyken bir şiir yazar. Şiirde savaşa giderken geride bıraktığı sevgilisi Lili ve cephedeyken tanıştığı hemşire Marleen’in adlarını kullanır. Şiir, 1938 yılında Norbert Schultze tarafından bestelenir ve bir tiyatro oyuncusu ve şarkıcı olan Lale Andersen tarafından seslendirilerek yüz binler satar. 1941’de Belgrad’dan yayın yapan Alman askeri radyosunda tesadüfen çalınan şarkı çok sevilir ve çalınması için radyoya İtalya, Fransa ve Afrika’dan istek mektupları yağmaya başlar. Günlük programlarda defalarca çalınan şarkı kısa sürede meşhur olur ancak Almanlar, özellikle de Propaganda Bakanı Goebbels, çok hisli ve duygusal olan şarkının askerlerin savaşma şevkini, halkın da moralini kıracağını iddia ederek bir ara şarkıyı yasaklamaya kalkar ancak başarılı olamaz.
Lili Marleen, II. Dünya Savaşı’nda askerlerin vatanlarında bıraktıkları eşlerine, sevgililerine duydukları derin özlemin sembolü haline gelir. Şarkı o kadar tutulur ve sevilir ki tanıkların anlattıklarına göre radyoda çalmaya başladığında her iki taraf da silahlarını bırakıp şarkıyı dinlerler. O zorlu dönemde bu şarkı, askerlerin nefesi gibi olur; sadece Almanlara değil, savaşa dahil olan her millete hitap etmeye başlar. 40’tan fazla dile çevrilerek söylenir.
Lili Marleen gibi kitlelere moral veren bir diğer şarkı, “We’ll Meet Again”(Tekrar Buluşacağız) adlı parçadır. 1939 yılında Ross Parker ve Hughie Charles tarafından bestelenmiştir. Vera Lynn tarafından seslendirilen şarkı, sayısız askerin savaşa gittiği bir ortamda sözleriyle İngilizlere moral vermiş, sevdiklerinin savaştan dönmesini bekleyen insanlar bu şarkıyla teselli bulmuşlardır.
Hoşa giden melodisi ve insanların kalbine dokunan sözleri sayesinde bomba baskınlarından sonra halkın bilgilendirilmesi ve moralin arttırılması için tasarlanan savaş zamanı yayınlarında radyoda bu şarkı çalınmıştır.
Zamanında savaşın yarattığı dram nedeniyle gündeme gelen We’ll Meet Again adlı şarkı, bu yıl koronavirüs pandemisi nedeniyle aileler bir kez daha bölündüğü için tekrar gündeme geldi. Mayıs ayında İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, ulusu kriz boyunca olumlu kalmaya çağırdığı bir konuşma sırasında ünlü şarkının sözlerini kullandı.
8 Eylül 1941’de Leningrad (St. Petersburg), Alman kuvvetleri tarafından kuşatılmıştı. Almanlar, Ağustos 1942’de düşürmeyi hedefliyorlardı, Hitler bile 9 Ağustos’ta Leningrad’ın düşeceğini söylemişti. Sovyetler ise Alman kuvvetlerine karşı canla başla şehri savunuyorlardı. Modern tarihin en uzun ve yıkıcı kuşatmalarından kabul edilen bu olayda şehrin direnmesi sadece Ruslar için değil, tüm Avrupa için de çok önemliydi. Çünkü SSCB’yi alacak bir Almanya’nın önüne çıkmaya hiçbir kuvvet cesaret edemezdi.
Bu şartlar altında Şostakoviç, özel olarak Leningrad için “Leningrad Senfonisi” adıyla bilinen dört bölüm halindeki 7. Senfoni’sini besteledi. İlk bölüm halkın mutlu yaşamını, kendilerine ve geleceklerine olan güvenini anlatırken ikinci bölüm güzel ve mutlu olayların bir araya gelmesini, üçüncü bölüm yaşama sevincini anlatıyordu. Son bölüm ise neşeye vurgu yapmaktaydı.
Almanların tarih vererek şehri alacaklarını ilan etmelerine karşı Ruslar da bu eseri kentin meydanında çalarak tüm dünyaya Almanlara karşı son ana kadar mücadele edip şehri asla terk etmeyeceklerini göstermek istiyordu. Eser icra edildiği esnada bomba seslerinin engel olmaması için daha önceden Kızıl Ordu, Alman siperlerini bir buçuk saat boyunca bombaladı. Kuşatma sırasında yaşanan kıtlıktan dolayı sanatçılar güçsüz düşmüş, bazıları da ölmüştü. Ölen sanatçıları temsil etmek için orkestraya boş sandalyeler yerleştirildi. Güçsüz düşüp zayıfladıkları için yaz olmasına rağmen üşüyen sanatçılar, kalın kıyafetler içinde temsili başarıyla gerçekleştirdiler. Temsil, kuşatma altındaki kentin moralini yükseltti. İnsanlığın despotluğa karşı müzikle mücadele etmesinin haberi ve hikayesi de tüm dünyaya yayıldı. Leningrad Senfonisi seslendirildikten sonra şehir, kuşatmaya sekiz ay daha direndi ve sonuçta Almanlar başarısız olarak geri çekildiler. Şostakoviç, direnişin sembolü haline gelen eserini Sovyet vatanseverlerine adadı.
Faşizmin her türlüsünden nefret eden bestecinin kendi sözleriyle 7. Senfoni, sadece Alman kuşatması altındaki Leningrad için değil, Stalin’in yıkıp Hitler’in de gelip üstüne tüy diktiği bir Leningrad için yazılmıştı.
Velhasıl müzik, savaşların ilk yaşandığı dönemlerden beri iletişimi sağlamak ve düşmana korku salmak amacıyla kullanıldığı gibi savaş zamanında askerin ve kitlelerin moral bulması için kullanılan en etkili yöntemlerden biri olmuştur. Savaştan arta kalan en önemli ve duygusal anılardan biri de yine bu şarkılardır.
Bakmadan Geçme





