Sahnedeyiz, hayattayız…
Korona salgını, dünyanın düzenini alt üst etti. Evde oturamayanları eve kilitledi, düğünleri ve cenazeleri bile dayanışmasız...
Korona salgını, dünyanın düzenini alt üst etti.
Evde oturamayanları eve kilitledi, düğünleri ve cenazeleri bile dayanışmasız yaptırdı…
‘Lebalep’ gibi kelimelerin anlamını öğretti.
Neler yapmadı ki!
Tereciye tere satmayalım, hepimiz yaklaşık 15 ay boyunca neler çektik biliyoruz.
Maske, mesafe ve temizlik derken bir de ‘evde kal, canını seviyorsan aman dışarı çıkma’ dedi…
Uzatmayalım.
Hayattan bezdik… Bülent Ersoy’un ‘fevkaladenin fevkinde’ demesi gibi bir de ‘yeni normal’ deyimi ile tanıştık.
Ben, okul hayatının bütün sınıflarında resim, müzik ve beden eğitiminin zorunlu olmasını savunanlardanım. Bir de hayat bilgisinin. Hayat bilgisi, hayatın kendisidir.
Biliyorsunuz, bir dönem test ve tost gençliği diye bir kavram ortaya çıktı. İyi bir lise ve üniversiteye girebilmek için ha bire yarıştı gençler… Hala da yarışmaya devam ediyorlar…
Sanırsınız ki herkes bir uzaya gidebilme telaşında. Koş babam koş, uç babam uç…
Oysa hayat, bazen ipince bir pamuk ipliğine bağlı. Yoktun, hop yine yok oluveriyorsun.
Bilirsiniz öğretmenler, bazen sınıfta ‘nutuk’ çeker… Yapmayın etmeyin, falan filan…
Hepimiz yaşamışızdır…
En çok, ‘hayat sadece para kazanmak değildir’ derim. Hani o biriktirme sevdası var ya! Hayvanların günü birlik yaşadığını sanırız ama hepsi için değil. Örneğin karıncalar… Yani işte bitkiler ve hayvanlar da yaşıyorlar.
Ama insanların hayvanlardan ve bitkilerden farklı bir yanı var.
“Nedir o farklılık?”
Sanattır: Edebiyat, müzik, resim…
İnsan olduğumuzu sanat ile uğraştığımızda anlarız.
İnsan hayatı eğer “Ye, iç; yat, kalk!” ise hayvanlardan ne farkımız kalır ki?
Salgın süreci, insanın insani değerlerinden uzaklaşmasına neden oldu. Konserlere, tiyatrolara gidemez olduk. Bu sektörden hayatlarını kazanan sanatçılar da çok zor günler geçirdiler. Aletlerini sattılar, kiracı olarak kullandıkları salonları terk ettiler… İntihar ettiler… Daha ne diyeyim!
Örneğin, salgın yasakları öncesinde belediyenin Türk Halk Müziği ve bağlama kursuna gidiyorduk. Yasaklar bir iki hafta sonra başlasa iki konser verecektik…
Bütün emeklerimiz yandı bitti kül oldu… Yine gideriz, yine salonları doldururuz, yine yaşamaya devam ederiz ama ömrümüzden 15 ay gitti gibi sanki.
Biliyorsunuz, Ödemiş’te bir Umut Tiyatrosu var. Tırnaklarını kazıya kazıya bir mekan, çevre ve kültür oluşturdular. Ödemişli sanatseverlere bir nefes oldular.
Canan ve Mehmet Mursallı ailesinin oluşturduğu bu Umut, salgın koşullarında da boş durmadılar. Hem mekanlarını yenilediler hem de oyun çıkardılar.
Ve 3 Haziran Perşembe günü akşam saatlerinde emeklerinin gösterimini yaptılar. Salgın kurallarına uyarak.
Kendi tırnakları ile kazıyıp ürettikleri salonda 40 kişiye sanatın unutulmaya yüz tutan dalı tiyatroyu yeniden anımsattılar.
Tankred Dorst’un Dönemeç adlı kısa oyunu… “İnsanlardan uzak, tehlikeli virajlardan sonra ulaşılan bir ıssız yer. Bu ıssız yerdeki tamirhane ve sahibi iki kardeş… Ve yolu buraya düşen bir trafik müsteşarı ile ortak öyküleri…”
Mehmet Mursallı, Ahmet Hamza Gelener ve Melih Poyraz. Yönetmen, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni arkadaşımız Ali Kırkar ile ses ve ışıkta liseden öğrencim Barış Malkoç… Mutfakta Canan Mursallı ve arkadaşları, çocukları…
Oyunun sonunda sahneye çıkan Ali Kırkar, bir konuşma yapıp sanata değer ve destek veren izleyicilere teşekkür etti. Mursallı ailesinin de çabalarına alkış tuttu.
Ve son olarak konuşan Mehmet Mursallı iki kelime etti. Sahnedeyiz, hayattayız…
Merak etmeyin, oyun birkaç kez daha gösterilecek. Beğendim mi! Ona da sanata destek vererek siz karar verin…
Sahnedeyiz, hayattayız…
Bakmadan Geçme





