Risale-i Nur ve Yeni Dünya Düzeni
Bireysel anlamda da toplumsal anlamda da insanoğlu, hakkında bilgisi olmadığı konuların ya düşmanı oluyor ya da...
Bireysel anlamda da toplumsal anlamda da insanoğlu, hakkında bilgisi olmadığı konuların ya düşmanı oluyor ya da ne hikmetse aşırı bağımlısı olabiliyor. Demlenmiş zihin ve gönülle bugünden düne baktığım zaman aslında ben de böylesi iki duygunun esaretindeymişim.
Öğrencilik yıllarımın bir bölümünde Işık Evleri’nde bulunup Risale-i Nur okudum. Her şeyden önce Said-i Nursi’nin kaleme almış olduğu Risale-i Nur Külliyatı’nın bana kazandırdığı en önemli duygu, var olanı sadece madde temelinde görmemek ve materyalizm ile açıklamamak gerektiği idi. Kitabı okuduğum yıllar içerisinde huzur ve dinginlik de kazandım lakin öyle bir hale bürünmüştük ki Risale okumaları, Kuran-ı Kerim’i arka plana atmıştı. “Hadi biraz da Kuran’dan bakalım” denilince “Ne gerek var ki, zaten bu nur kitabı, Kuran-ı Kerim’in tefsiri” deniliyor, Said Nursi de bu zamanın kutbu yani önderi gibi görülüyordu. Sabah akşam Bediüzzaman ile Risale-i Nur konuşuluyordu. Farklı bir tefsir ya da meal okumak istesek hoş karşılanmıyordu. Biraz soru sorunca da “İlk soruyu şeytan sordu, yoldan çıktı” cevabını alıyordum. İşte bu tutum, kırılma noktası oldu. Belki de ilk defa 20 yaşında Kuran-ı Kerim’in ayetlerini anlamak, tetkik etmek için yola koyulmuş oldum. Yunus Suresi 100. Ayeti’nin anlamına hayran kalmıştım. Yunus Suresi 100.Ayet: “Akıllarını kullanmayanlar, sorgulamayanlar pisliğe bulaşırlar.”
Zümer Suresi 3. Ayet: “Bilinmelidir ki halis dindarlık, yalnız Allah için olandır. Allah’tan başka şeyleri kendilerine koruyucu kabul edenler için hüküm verilecektir.”
Pisliğe bulaşmamak adına akılla hareket etmek, sorgulamak bir Kuran-ı Kerim ilkesi ise İslam adına bize okutulan, bize sunulan diğer her kitabı ve sözü bu ilke ışığında Kuran-ı Kerim ile aydınlatmaya elimden geldiğince gayret ediyordum. Önceliği Kuran-ı Kerim’e verdiğimde, merkez noktaya kutsal metinleri koyduğumda aslında İslam adına öğrendiklerimin İslamiyet ile alakası yoktu. Bu gayretlerim ışığında Bediüzzaman Said-i Nursi’nin sözlerini ve kitabı Risale-i Nur Külliyatı’nı tetkik ettim.
İslam Peygamberi Hazreti Muhammed, biz kadınlar için “Allah’ın bir emaneti” derken Said-i Nursi ise, “Kadın bir fitnedir, kimi yerde de şeytandır” diyordu. “Doğruluktan ayrılan kadın da erkek de haram olana sürükler” denmiş olsa daha izah edilebilirdi. Benzer sözleri kendisine “Üstadım” diyen Fethullah Gülen’den de duymuşluğumuz vardı. Hatta o, biraz daha abartarak şöyle diyordu: “Gençliğimde yaşadığım sokakta bir iki hatun yakınlık göstermişti. İnan olsun hamama girmiş gibi terliyordum. Kadınların şerlerinden korunmak için o mahalleden taşındım.”
İkisinin de “Evlenmek, hizmet etmeye manidir” demesine karşın İslamiyet’in ana esaslarından birisi de evlenerek nefsi helal dairesinde terbiye etmekti. Rum Suresi 21. Ayet: “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi Allah’ın sizlere lütfudur. Düşünenler için ibretler vardır.”
Düşünmek ve sorgulamak, aynı zamanda bir peygamber ahlakıdır. Peygamberin ahlakını saça sakala hürmet olarak sınırlandıranlar, “Mürşit uçmaz, mürit uçurur” sözünün canlı örneğidir. “Biz bilmeyiz, mürşidimiz bilir” diyerek aslında yıllarca Allah’ın insanlığa hediyesi akıl nimetine, sonra da kutsal kitaba ihanet içinde yaşamış olduğumu idrak etmiştim. Tarikatlara, cemaatlere düşman da değilim, sorgusuz bağlanan fanatik de değilim. Ancak İslam olduklarını söyleyen gruplar, öncelikle Kuran-ı Kerim’in çizgisinde düşünmek ve yaşamak zorundadır. Hazreti Muhammed Peygamber’in “Hile yapmak günahtır. Aldatan, kandıran bizden değildir” uyarıları ahlaki çizgidir. Bu çizgiyi geçince şahsi ve siyasi beklentiler, çıkar ilişkileri de ister istemez başlıyor. Ne diyordu Fethullah Gülen: “Kuran-ı Kerim Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı.” Kuran-ı Kerim ve Hazreti Peygamber’in dürüstlük üzerine söylediği ahlak çizgisi, kendisini elbette rahatsız ediyordu. Orduya kumpasları fişlemeler, iftiralar üzere tertip etmişti.
Hoşgörü, diyalog denilen Ilımlı İslam, Said-i Nursi’nin Müspet İman Hareketi öncülüğünde Risale-i Nur ile başlamıştı. 1953 yılında İstanbul’da Rahip Patriarch Athenagoras’ı ziyaret etmişti. Bu gerçeği Ilımlı İslam ve Siyaset yazımda belirtmiştim.
Said-i Nursi, Mucizat-ı Ahmediye Risalesi kitabının 21. sayfası Dördüncü Esası’nda şöyle diyor: “Resul-u Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, vahye istinaden her bir asırda kuvveyi maneviyeyi ehli imanı muhafaza etmek için hem dehşetli hadiselerde ye’se düşmemek için, alem-i İslamiyet’in bir silsile-i nuraniyesi olan Al-i Beytine ehli imanı manevi raptetmek için Mehdi’yi haber vermiş.”
Bu sözleri Kuran-ı Kerim ekseninde incelersek Said Nursi, “Mehdi’ye dair vahye istinaden” diyerek sanki Mehdi kavramı, Kuran’da ayetle açıklanmış gibi yansıtıyor. Halbuki Mehdi’ye dair hiçbir açıklama, Kuran-ı Kerim’de yoktur. Bu konuyu ‘Mesih-Mehdi Kavramının İnanç Boyutu’ yazımda detaylandırmıştım.
Mehdi olayının gerekçesi için imanı muhafaza etmekten bahseden Said-i Nursi, zaten Risale-i Nur Külliyatı ve Müspet İman Hareketi ile insanlığın imanını kurtarmayı amaçladığını anlatır. Bu külliyatının hiçbir yerinde Mesih kavramına dayanak olarak bir ayet göstermemektedir çünkü İslamiyet’te Mesih-Mehdi diye bir beklenti yoktur. Çünkü İslamiyet’te son kutsal kitap, sadece Kuran-ı Kerim’dir. Son peygamber de Hazreti Muhammed’dir.
Mesih, Mehdi (müjdelenen Kurtarıcı Önder), Kuran-ı Kerim’de değil; Kitab-ı Mukaddes olarak bilinen Tevrat, Zebur ve İncil kitabının ortak temasıdır.
Said Nursi, Risale-i Nur Emirdağ Lahikası 86. Mektup 186. Sayfası’nda bakınız ne diyordu: “Kardeşlerim, merak etmeyiniz! Cevşen ve evrad-ı bahaiye bu defa zehrin tehlikesine galebe etti, tehlike devresi geçti fakat hastalık devresi devam ediyor.”
Burada cevşen ya da cevşenül kebir olarak bilinen bir çeşit duadır. Kuran-ı Kerim merkezli olmadığı gibi Hazreti Muhammed Peygamber’in de günlük duaları arasında yer almıyor. Peygamberin vefatından çok sonra ortaya çıkan bir çeşit muskadır.
Evrad-ı Bahaiye, 19. yüzyılda İran’da ortaya çıkan Bahai dinindeki rutin halde belli sayıda çekilen virdlerdir. Vird, zikirler olup evrad ise virdin çoğuludur. Baha, Arapçada “pırıltı, ışık, nur” anlamındadır.
Bahai inancında tüm çağların vaat ettiği, müjdelediği kişi Mirza Hüseyin Ali ismindeki Bahaullah’tır. Bahaullah gelmiş tüm dinleri, peygamberleri kardeşlik ve barış dini Bahailik’te birleştirir. Kitab-ın Nur önemli eseridir. Adalet Evi adını verdikleri yönetim merkezleri İsrail’dedir. Yeni Dünya Düzeni’ndeki Yeni Din anlayışında Dinlerarası Diyalog ile yapılmak isteneni Bahaullah, iki asır önce yapmıştı.
Bakmadan Geçme





