Portreler

Letafet… Latif olma hali. Ne hoş değil mi söylemesi bile? Kimi insanlar var ki onlarla özdeşleşiyor...

Letafet…

Latif olma hali.

Ne hoş değil mi söylemesi bile?

Kimi insanlar var ki onlarla özdeşleşiyor bu sözcük. Sözüyle, davranışıyla yumuşacık, naif, incelikli olma durumu. Zariflik, bir kalıp gibi oturuyor böylelerinin üzerine. Nezaket, naziklikten de öte bir durum bence bu…

“Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” diyordu ya Gülten Akın. Sanki o inceliklerin sırrına varmış, onlara hakim olmuş ve onlarla hemhal olmuş gibi bahsettiğim insanlar. Yumuşaklık, anlayışlı olma durumu, onlara has bir durum olmuş çıkmış. Dedik ya başta da üzerlerinden hoşluk akıyor, letafet kelimesi onlar için biçilmiş kaftan…

Sizin de hayatınızda var mı böyle insanlar? Hani yanında konuşurken özel bir çaba sarf edersiniz, yanlış bir sözcük kullanmayayım diye. Söyledikleri her şey, zaten büyük bir birikimin sızıntıları gibidir. Hani siz de onlardan istifade etmeye çalışır, can kulağı ile dinler, bir şey kaçırmamaya çalışırsınız. Zira çoğunlukla susmayı tercih ederler. Asıl meziyet, susmaktır onlar için. Haliyle konuşunca da gerektiği kadar, ölçülü ve dolu konuşurlar. Gerektiğinde, gerektiği kadar…

Efsane romanında İskender Pala, kahramanı Barbaros Hayrettin Paşa’nın ağzından, “Hüner sahibinin hazinesinin anahtarı dilidir. Kapı kapalı olursa kim ne bilecek mücevheratçı mı yoksa hırdavatçı mıdır? Erdemli kişilere ziyanı dokunan iki şey vardır: Konuşmak gerekirken susmak ve susmak gerekirken konuşmak” diye romanın diğer kahramanı Sidi’ye bir nevi ders veriyor.

Böylesi bir kişi varsa çevrenizde, büyük bir hazineye sahipsiniz demektir. Fırsatları değerlendirip istifade etmek gerekir onların birikimlerinden ve yansıttıklarından…

*

Şu sıralar gençlerde bir memnuniyetsizlik hali almış başını yürüyor. Soruyorum sıkça “Nasılsınız?” diye. Aldığım cevaplar her daim iyi olmuyor. “İyi değiliz” deyiveriyorlar çoğu. “Neden?” diye sorduğumda “İyi olmak için bir sebep gösterin” dedi bir öğrencim. Ben, her zamanki gibi sıraladım tabi “Başınızın üstünde bir çatı var mı, uyudunuz mu, sağlıklı uyandınız mı, yiyecek yemeğiniz, gelecek okulunuz, ders anlatacak öğretmenleriniz, onların anlattıklarını anlayabilecek zekanız var mı, beraber olacak arkadaşlarınız, aileniz var mı?””Evet ama bunların dışında bir sebep…” dedi. Yani bunlar, rutin şeylerdi ve mutlu olmak için yeterli değillerdi. Hani kaybetmeden kıymetini bilemeyeceklerimizdendi… Biraz daha konuştuk, konuştukça umutsuzluk akıyor sözcüklerden…

“Hımm, öyleyse umudu eksik bırakmışız, sen umudunu beslememişsin. Hayallerin yok mu, onları gerçekleştirebilecek gücün, zamanın, imkanın yok mu? Sana destek olacak insanlar yok mu çevrende? Sahip olduklarının farkında mısın?” Birazcık düşündü, “Öyle ama…” dedi, gerisi gelmedi. Bir yılgınlık haliydi biraz da gördüğüm. Üzülüyorum doğrusu bu duruma. Bu kadar cevval, zinde, almaya en elverişli durumda oldukları bir dönemde, bu şekilde pes etmiş olmak. Biz yetişkinler de kendimizi sorgulamalıyız galiba. Biz çocuklarımızı yetiştirirken onlara her durumda mutlu olmayı değil de başarıyla birlikte mutlu olmayı mı aşılıyoruz?

“Ben beş yaşındayken annem, her zaman bana mutluluğun hayatın anahtarı olduğunu anlatırdı. Okula başladığım zaman sınavda bana büyüyünce ne olmak istediğimi sorduklarında ‘Mutlu olmak istiyorum’ yazdım. Onlar bana soruyu anlamadığımı söylediler, ben de onlara onların hayatı anlamadığını söyledim.” -John Lennon

Hayatı anlamak ve doğru anlatabilmek ve yaşayabilmek ümidiyle…

Bakmadan Geçme