Parayı tanıdıkça

Pazartesi günü yayınlanan yazımda, önceki hafta GAP turuna katıldığımı yazmıştım. Kısaca GAP olarak bildiğimiz bölge biliyorsunuz...

Pazartesi günü yayınlanan yazımda, önceki hafta GAP turuna katıldığımı yazmıştım. Kısaca GAP olarak bildiğimiz bölge biliyorsunuz Güneydoğu Anadolu bölgesi.

Yapımına 1989 yılında başlanan ve 9 ilimizi kapsayan Güneydoğu Anadolu Projesi; tarım, sanayi, ulaştırma, eğitim, sağlık, kırsal ve kentsel altyapı yatırımlarını da içine alan bir bölgesel kalkınma projesi.

Proje için internette yaptığım gezide “gelecek kuşaklar için kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam yaratılmasını amaçlayan, sürdürülebilir insani kalkınma felsefesi üzerine kurulmuştur; kalkınmada adalet, katılımcılık, çevre korunması, istihdam, mekansal planlama, alt yapı geliştirilmesi, yatırım uygulamalarında kamu-özel sektör ve halk katılımının sağlanması GAP’ın temel stratejileridir” denilmiş.

GAP projesi Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Şanlıurfa, Siirt ve Şırnak illerini kapsıyor. Fırat ve Dicle Havzası’nda 13 proje paketinden oluşan GAP Su ve Toprak Kaynakları Geliştirme Programı kapsamında 22 baraj, 19 hidroelektrik santralı yapımı öngörülmüş. Projenin tamamlanması sonucu 7.424 MW kurulu güç ile yılda 27 milyar kilovat-saat elektrik enerjisi üretilmesi planlanmış.

Bugün GAP bölgesi olarak bildiğimiz bölgenin eski adı Mezopotamya.

İnsanlık tarihindeki ilk uygarlığın temelleri günümüzden binlerce yıl önce atılmış. Dünyanın ilk ve en eski uygarlığı, Dicle ve Fırat nehirlerinin aşağı kıvrımları boyunca Basra Körfezi’ne kadar uzanan alüvyal ovalar üzerinde uzanan Sümer ülkesinde doğmuş.

Bölgede hızlı bir değişim söz konusu. Rehberimiz, “Buraları 15-20 yıl önce böyle değildi” diye anlatıyor. Coğrafya gibi bölge insanı da değişiyor. Kültürel ve sosyal yapı fark etmeden ve hızlı bir şekilde değişiyor.

Simsiyah elbise içinde dolaşan da var mini şortlarla gezen de. Eski duyduklarımız geçmişte kalmış.

Bunları önümüzdeki günlerde anlatacağım.

Açık söylemek gerekirse ben bu geziye bölgenin yemek kültürünü veya taş binaların tarihini öğrenmek için katılmadım. Otobüsle bir yerden başka bir yere giderken uyumadım. Gözlerim hep çevrede oldu. Toprak yapısı, ekili alanların ürün çeşitliliğini not ettim.

Hasankeyf ve Halfeti’de sular altında kalan insanlık tarihine üzülürken, çorak toprakların sularla buluşmasına sevindim. 10-15 yıllık fıstık ve zeytin fidanlıklarını gördükçe gelecek adına mutlu oldum.

Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan antik Hasankeyf ile ilgili tartışmaları mutlaka basında görmüşsünüzdür. Ilısu Barajı’na ‘kurban’ edilen Hasankeyf’i yerinde görme olanağına kavuştum. Uzun süren direniş ve protestoların ardından çözüm taşınma ile bulunmuş. Keşke bunca tartışma yapılmasa ve en güzel çözüm yöntemini ortak akılla bulabilse idik.

İlçenin dört bir yanındaki tarihi eserler yeni oluşturulan arkeoparka taşınıyor.

Basından izlediğimiz kadarı ile Hasankeyf’teki bazı tarihi yapılar özel araçlarla taşınmışlar. Taşınma sırasında ilçe sakinlerinin duygulanıp, gözyaşı döktüğü görülmüş.

Gezi boyunca en çok dikkatimi çeken unsurların başında iller arasındaki yoların otoban olması, şehirlerin de yeni yerlere taşınması oldu.

Eski yollar ve yapılan terk ediliyor, eski yaşam kültürleri gerilerde kalıyor. Bir iki katlı yaşam alanlarının yerine 8-10 katlı kimliksiz binalar yükseliyor.

Gelişmeler iyi mi kötü mü bilemiyorum ama insanlık çoğaldıkça toplumsallıktan uzaklaşıyor. Komşuluk ve mahallelik bilinci yerine birbirini tanımayan, topraktan kopuk kalabalıklar geliyor. İnsanlık parayı tanıdıkça güzellikleri unutuyor.

Hasankeyf’teki taşınma haberine ait fotoğrafı görünce kayadan toprağa dönüşen dünyanın halini düşündüm. Kimler geldi kimler geçti!

Bugün 12 Eylül… 1980’de yapılan kanlı darbenin yıldönümü.

Aklıma Cem Karaca’nın seslendirdiği Resimdeki Gözyaşları şarkısı geldi:

“Birgün belki hayattan / Geçmişteki günlerden / Bir teselli ararsın / Bak o zaman resmime / Gör akan o yaşları”

Bakmadan Geçme