Ottoman Empire!
Payitaht Abdülhamit ve Diriliş Ertuğrul gibi dizilerde tarihi olaylar farkındaysanız günlük tutulmuş gibi canlandırılıyor. Fakat giyim...
Payitaht Abdülhamit ve Diriliş Ertuğrul gibi dizilerde tarihi olaylar farkındaysanız günlük tutulmuş gibi canlandırılıyor. Fakat giyim kuşamdan tutun da konuşmalara kadar her şeyde gerçek hiç de öyle değildi. Çünkü tarihi olayların çoğu, güzellemeden ibaret. Herkes kendi tarih kitaplarında kendi güzellemesini yazmış.
Bin yıl önce Selçuklu beyleri ile Arap beyleri arasında yaşanan kavgalar Türk ve Arap kaynaklarında başka başka bilgilerle anlatılıyor. Kimi kaynaklar, Halep önlerinde yapılan savaşta hayatını kaybeden Selçuklu beyi Süleyman Şah için “Osmanlı İmparatorluğu’nun resmî olarak kurulmasına giden süreçte önemli bir yere sahiptir. Kaya Alp’in oğlu, Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Gazi’nin dedesidir” dese de kimi kaynaklar da Kutalmış oğlu olarak kayda geçiyor. Yani bilgilerde de çelişki olabiliyor.
Kaynaklar, Ertuğrul Gazi adının da Osmanlı’nın ilk dönemlerde bilinmediğini, Bizans kaynaklarında da hiç geçmediğini kaydederler. Yazılanlara göre Ertuğrul Gazi, 15’inci yüzyıldan sonra kaynaklara girmiş. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in dedesinin adının da Gündüz Alp olduğu konusunda iddialar vardır kitaplarda.
Hatta bir iddia daha yazayım: Türk adı olmayan Osman’ın da Teoman’dan veya Ataman’dan evrilme olduğu söylenir. Bu nedenle de batılı kaynakların Teoman’dan evrilme ‘Ottoman’ kelimesini kullandıklarını iddia eden tarihçiler vardır. TDK ile Kubbealtı sözlüğünde ‘Osman’ maddesi yoktur.
Edebiyat ile tarih iç içe geçmiş iki bilim dalıdır. Tarihçi değilim ama ara ara dil ile bağlantılı olan konularda okur, araştırma yaparım.
1000’li yıllarda çok taht kavgaları ve savaşların yapıldığını yazıyor kitaplar. Uluslar ve kültürler egemenlik savaşı yapmışlar. Toprak ve güç kazanma adına kardeş kardeşe acımamış. Çok acılar çekilmiş.
**
Dilciler de bugünkü Anadolu Türkçesi’ni geçmiş ve sonrası ile üç ana devrede incelerler. Bunlardan ilki Eski Türkçe, ikincisi Osmanlı Dönemi Türkçesi üçüncüsü de Türkiye Türkçesi’dir.
Bugünkü Mogolistan sınırları içinde bulunan Ural-Altay dağları çıkışlı olan Türkçe’nin kendi ulusal yazısı Göktürk ve Uygur işaretlerinden oluşur.
Bildiğimiz gibi bazı Türk boyları, çeşitli nedenlerden dolayı batıya doğru göç etmişlerdir. Anadolu bölgesine yapılan göçler sırasında Fars ve Arap topluluklarla karşılaşmışlardır. Bu karşılaşmalar da bize anlatıldığı gibi öyle gülüm balım olmamıştır. Ve İslam dini ile karşılaşmışlar.
Konu biraz tartışmalı ama İran bölgesinde yaşayan Türkler, Farsça’daki ‘men’ eki ile ‘Türkmen’ (Türke benzer) adı ile anılmışlardır.
İran, Irak ve Suriye bölgelerinde Arap harfleri kullanılmaktadır. Dolayısı ile Göktürk ve Uygur alfabesi Arap yarımadasına göç eden Türkler için Orta Asya’da kalmıştır. Kuzeye giden Türkler de Rusların kullandığı Kiril alfabesine yönelmişlerdir. Doğal olarak kimi Türkçe sözcükler, bu batıya göç nedeniyle zaman içinde yerlerini Rusça, Arapça ve Farsça sözcüklere bırakmıştır.
Zaten batılıların Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu) dedikleri ‘Devleti Âli’ de bünyesinde yalnızca Türklerin değil aynı bölgede yaşayan diğer ulusların da içinde bulunduğu bir sosyolojik yapıya bürünmüştür. Osmanlı, ne millettir ne de ümmet. Çünkü farklı uluslar ve farklı dinlerden tebaa vardır. Ta ki önce Balkanlar’da ardından Arap yarımadasında başlayan milliyetçi kalkışmalara kadar…
**
Bugün dünyada köken itibarı ile tek Türkçe vardır ama lehçe, şive ve ağız adını verdiğimiz farklılıklarla dünyanın birçok bölgesinde konuşulmaktadır. Türkçe, dünyada en çok konuşulan diller arasında yer alır. Fakat konuşma dili farklılaştığı gibi yazı dili de ortak değildir. Yakından bildiğimiz gibi yakın komşularımız Azerbaycan Türkçesi ile Kıbrıs Türkçesi bile aynı değildir.
Osmanlıca diye bir dil de yoktur. Eğer buna isim vermek gerekirse ‘Osmanlı dönemi Türkçesi’ demek daha doğrudur. Bu dil, Türkçe cümle yapısı üstüne kurulmuş; içinde Türkçe, Arapça ve Farsça kelimelerin bulunduğu oldukça karışık bir yapıya sahiptir. Yazı dili de Arap harflerinden oluşur.
Diller sabit ve durağan bir yapıya sahip değildir. Yani sürekli bir değişim ve etkileşim içindedir. Biz bugün nasıl Göktürk dönemi Türkçesini anlayamıyorsak, Araplar da ‘nüzul’ dönemi adı verilen Kur’an-ı Kerim’in vahyedildiği dönemin Arapçasını anlayamıyorlar.
Sanmayın ki tüm Araplar, Kur’an-ı Kerim’i rahatlıkla anlayabiliyorlar. Arapça’da da Suriye, Arabistan ve Mısır Arapçası gibi lehçe, şive ve ağız farklılıkları var.
Fransızca’da Ottoman “bir tür alçak peyke, tabure” (divan) demekmiş. Yanılmıyorsam İngilizce’de de öyle.
Sakın bizdeki ‘Divan Edebiyatı’ tanımlaması da oradan gelmesin?
Dedim ya, edebiyat ile tarih birbirine en yakın iki bilim dalıdır.
Zaten tarihin başlangıç miladı da yazının bulunuşu kabul edilmez mi?
Bakmadan Geçme
