Önyargı

Uzaklarda bir köyde, çocuğu doğmadan kocası ölmüş olan ve tek başına yaşayan hamile bir kadın, dağda...

Uzaklarda bir köyde, çocuğu doğmadan kocası ölmüş olan ve tek başına yaşayan hamile bir kadın, dağda yaralı bir gelincik bulur… Onu alır, evine getirir, yarasına katran sürer… Kendisine yoldaş olan gelinciği evinde beslemeye başlar…

Gelincik, kadının bu iyiliği karşısında iyileştikten sonra evden ve kadının etrafından bir an bile ayrılmaz… Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da uysallaşır… Evde bir yoldaş, bir nefes olur…

Derken kadının çocuğu doğar… Günler geçer ve kadın, bahçeye mahsul devşirmek için çıkar… Kısa süreliğine de olsa gelincik ile bebeği evde yalnız bırakmak zorunda kalır…

Çok geçmeden eve geri dönen kadın gelinciğin kan içinde kalmış ağzını görünce bebeği öldürdü zanneder ve eline geçirdiği sopa ile defalarca ona vurur… Ve gelinciği oracıkta öldürüverir… Vurduğu darbeler ile nefes nefese kalan kadın iç odadaki yavrusunun ağlama sesini duyunca bir solukta oraya gider… Ve odanın bir köşesinde bebeği, diğer köşesinde de parçalanmış olarak yerde yatan yılanın cansız bedenini görür…

Bu kadının yerinde olmak istemezsiniz değil mi?

Önyargı, bir kimse veya bir şey hakkında doğru bilgiyi edinmeden sahip olunan kanı, peşin hüküm ve kanaattir. Kişiyi aşırı sevgi ya da nefrete sevk eden akli olmayan duygusal bir tutum…

Dini literatürde önyargı “zan” kelimesiyle ifade edilmekte, Kur’ân’da önyargının asla gerçeğin yerini alamayacağı (Yunus 36) ve günah olduğuna (Hucurat 12) işaret edilmekte…

Önyargının temel sebebi, doğru bilgiye ve doğru bilgi kaynaklarına sahip olmadan fikir sahibi olmak… Şüphe ile amel etmek ve karar vermek… Hele bir de sahip olunan önyargıyı yıkmak var ki Einstein’ın ifadesiyle atomu parçalamaktan daha zor…

Anlamak ve anlamaya çalışmak, araştırıp soruşturmak önyargının en güzel ilacı… Ömür boyu pişmanlık çekmektense anlamaya zaman ayırmak en iyisi…

Bakmadan Geçme