Ödemiş iklim krizi paneli yapıldı
Ödemiş Koza Der tarafından eski otogar üstü Ödemiş Belediyesi Nikah Salonunda gerçekleşen panelde 'İklim Krizi' ve...
Ödemiş Koza Der tarafından eski otogar üstü Ödemiş Belediyesi Nikah Salonunda gerçekleşen panelde “İklim Krizi“ ve “Sıfır Atık “ konusu ele alındı. Yapılan panelde konuşmacı olarak Çevre Mühendisler Odası İzmir Şubesi Başkanı Helil İnay Kınay ve Sıfır Atık konusunda Çevre Mühendisi İSG uzmanı olarak Gülseren Özbey, çeşitli bilgiler verdi.
Koza –Der Başkanı Selahattin Bağlı açılış konuşmasında “İklim krizinin sonucunu bizler birebir yaşamış olmamak için dernek olarak bunu yaşamsal anlamda uygulanabilir yapmak ve genç kardeşlerimizin , katılımcılarımızın ilkim krizine karşı ne yapılabilir yâda ferdi olarak ne yapabiliriz? kitlesel olarak katkıda bulunabilir miyiz? bunu gündeme getireceğiz. Gündeminin yine ikinci maddesinde çevremizde uyguladığımız katı atık dediğimiz kâğıt, kimyasal atıklar yine tarımsal atıklar ilaç atıkları bunları da sizlerle paylaşacağız. Dünya hayatı günümüzdeki gibi devam ederse 2030/2035 yıllarında sıcaklıklar 1,5-2 derece artacak. Ardından her yıl dünyada 100.000 km² (Türkiye yüzölçümünün yedide biri) buzul kütlesi eriyecek ve denizlerdeki su seviyesi her yıl 3.5 milimetre yükselecek. Yüzyılın sonunda denizlerin 1-2 m. yükseleceği, birçok sahil kentinin sular altında kalacağı öngörülmektedir. (İstanbul, İzmir, Antalya vb. sahil yerleşimleri de dahil )Bugün havada % 0.038 olan CO emisyonu (Termik
santral, egzoz gazları, büyükbaş hayvan atıkları, orman yangınları, çöplük gazları vb. Yani kısacası çılgın tüketim ve israf sonucunda) % 0.040’a çıktığında dünya insanları bu katlanılmaz ısı artışıyla karşı karşıya kalacaktır. Dünyamızı ve güneşten gelen ışığı soğuran kutuplar böyle giderse tamamen yok olma seviyesine gelecektir. Güneş ışığını geri yansıtan kutuplardaki buzullar yok olunca yakıcı güneş ışınları dünyayı ısıyla adeta cehenneme çevirecektir. Kutuplar eriyince kutup ayıları, foklar, penguenler yok olacaktır. 2080 yılında bu canlıların varlığı tartışılacak ve hayatta kalmalarını istemek, hayal etmek zor olacaktır. Doğal olarak bu aşırı ısınmanın sonucunda, geçmişte bizim derelerimizdeki balıkların yok olması gibi ormanlarımızdaki geyikler, tavşan, tilki, keklik, kirpi vb. canlıları da görmemiz imkansız olacaktır. Bu yüksek sıcaklık ve ardından gelecek kuraklıkla, bitkilerde azalan fotosentez bitki gelişimini %30 azaltacak ardından üreticiye ve ekonomiye zarar verecektir. Bugün bile tam olarak sulaması yapılamayan tarım ürünlerinin verimi azalacak, geliri düşen milyarlarca dünya köylüsü arazilerini köyünü terk edecek göçe zorlanacaktır. (Örnek: Küçük Menderes Havzasında ve ülkemizde bu yıl yaşanan kuraklık susuzluk, Beydağ barajının kuruması gibi.)
Yani kuraklık, susuzluk, doğal afetler, kitlik, ekonomik sıkıntılar ve ardından göçler kapımızda. KOZADER olarak 1999 yılından beri Küçük Menderes havzasında Ödemiş merkezli çevresel bilinç ve doğanın ve var olanın korunması güzelleştirilmesi, amacıyla çalışmalar yapmaktayız. Bunun için okullarda, kapalı-açık toplu ortamlarda eğitim çalışmaları, fidan dikim faaliyetleri, yarışmalar, kampanyalar, basındaki faaliyetlerimizde çevre ve doğanın önemini devamlı olarak gündeme getiriyoruz. Çevre felaketlerinin çok yoğun yaşandığı ve daha da yoğun yaşanacağını öngördüğümüz bugünlerde faaliyetler daha da önem kazanmaktadır.” dedi
İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil Kınay konuşmasında “Sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı ile birlikte çevre sorunları da geçmişten günümüze artarak devam ederken, kar hırsına dayanan ve tüketimi sürekli destekleyen yönlendiren yönetim anlayışı doğanın varlıklarını ortadan kaldırmaya ve geri dönülemez hasarlar vermeye devam ediyor. “Ekolojik Yıkım” olarak tanımladığımız bu süreçte insan eli ile yürütülen tüm faaliyetlerin sonuçlarını ise küresel ölçekte yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz felaketler ile görüyoruz. Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte çevre sorunları ve tüm bu faaliyetlerin çevresel boyutunun yönetilememesi, çevresel kirlilik ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar sonucunda, kaynakların tükenmesi, su kıtlığı, kirlilik, aşırı doğa olayları dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturuyor.
Bir taraftan canlı yaşamı için vazgeçilmez olan doğal kaynakların azalması, kirlenmesi ve buna bağlı oluşan sorunlar yaşamımızı tehdit ederken, diğer taraftan bu sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği ve buna bağlı faktörler ile de mücadele ve zorluklar kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini aşırı sıcaklar, soğuklar, kuraklık, yağış rejimindeki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki artışlar, kayıplar ile dünyada ve ülkemizde de özellikle son yıllarda çok daha ağır yaşıyoruz. Hava sıcaklıklarındaki değişiklikler, su kaynaklarına etkiler, kuraklık, çölleşme ile su yoksunluğunu yaşarken, ekolojik denge ve türlere olan olumsuz etkisi, bir taraftan da tarıma etkileri, ürün deseni ve kalitesindeki etkiler ile gıda ve yaşam sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan afet tür ve sayısındaki artış da değerlendirildiğinde, bu sürecin ekolojik denge ve canlılar üzerindeki etkileri de değerlendirildiğinde su, gıda ve dolayısıyla yaşam sorunu büyüyor.
İklim değişikliği sebebiyle insanlar yaşama, beslenme, barınma ve su gibi temel insan haklarından mahrum kalacak. Doğal yaşam ve tüm canlılar üzerindeki etkisini ortaya koyduğunda ekolojik bir çöküşle karşı karşıya kalacağız” dedi.
Başkan Kınay “İklim Değişikliği etkilerini dünyanın farklı bölgelerinde farklı şekillerde yaşayacağımız gerçeği ile hava, su, toprak kalitesindeki değişiklikler, arazi yapısı, canlı türleri, ürün deseni, meteorolojik koşullardaki değişiklikler, afet sayısı ve türündeki değişiklikler ile mücadele etmek zorunda kalacağız. Bütün bu etkilerin yaratacağı ekonomik ve sosyal boyutları da ortaya koyduğumuzda tablo karanlık görünüyor.
Dünya İklim Değişikliği ve mücadele tartışmaları ile 1994’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 1997’de Kyoto Protokolu, ve son olarak Birleşmiş Milletler platformunda, 21. Taraflar Konferansında (COP-21) kabul edilen Paris Antlaşması ile küresel ve yerel ölçekte önlemler ve çözümler tartışılmaya, kararlar alınmaya devam ediyor. Ancak tüm bu toplantılar, kararlar ve uygulamalara baktığımızda iklim değişikliğine neden olan sera gazlarındaki ve sıcaklıktaki artışın da düzenli olarak devam ettiğini görüyoruz. 12 Aralık 2015 tarihinde Fransa’da gerçekleşen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 21’inci Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiş, 2016 tarihinde ülkelerin imzasına açılmıştı. Türkiye o tarihten bu yana anlaşmayı meclise getirerek onaylamayı reddetmiş, anlaşmayı onaylamayan son altı ülkeden biri olarak kalmıştı.
Türkiye, emisyonlardaki sorumluluğunun yüksek olması, G20 ülkesi olması ve OECD ülkelerinde yer alması, İklim rejimi içerisinde oluşturulan iklim finansmanına erişme ve bu doğrultuda Gelişmiş Ülke olarak tanımlanan Ek1 ülkeleri kategorisinden çıkarılma taleplerinin karşılanmaması gerekçesi ile onaylamamıştı.
Ancak gelinen noktada ekonomik ve toplumsal baskılar, uluslararası konjüktürde ki değişikliklikler nedeni ile Türkiye 6 yıl aradan sonra Paris anlaşmasını onaylayacağını duyurdu. Türkiye’nin Glasgow’da COP 26 öncesinde masada yer alabilmek için bu anlaşmayı onaylaması gerekiyordu.
Paris Anlaşması, ülkeleri küresel ısınmayı yüzyıl sonuna kadar “iki derecenin altında, tercihen 1,5 derece ile sınırlama” konusunda zorluyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1,5 derece özel raporu ve birçok çalışma ile ortaya konan değerlendirmeler, yaşanan ve yaşanacak iklim felaketleri gibi süreçler iklim değişikliği ile mücadeleyi bir ortak politika haline getirdi ve devletler de gönüllü ya da gönülsüz olarak uyum sağlamak zorunda kalıyor”
Avrupa Yeşim Mutabakat konusundaki sınırlamalar ve zorlamalar da Türkiye’yi bu sürece iten faktörlerden. Dolayısı ile bu süreçte sadece çevre politikaları değil ekonomi politikaları ve iş dünyası ile ilgili de bir döneme girildi.
1- Türkiye, Paris Anlaşması’nın hedefinin sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamak olduğunu resmi olarak kabul etti.
2- Türkiye, Paris Anlaşması’nı uygulamanın karbon nötr olmak (uzun vadeli net sıfır hedefi almak) olduğunu resmi olarak kabul etti.
3- Karbon nötr olma tarihi olarak 2053 telaffuz edildi.
Bu süreç; Türkiye’de yatırım, üretim ve istihdam politikalarında yeni bir süreç anlamına geliyor. Özellikle Avrupa Yeşil Mutabakat da üretici ve ihracatçıların gündeminde olacak. Ülkemizde sera gazı emisyonlarının %70 inden fazlası enerji sektörü kaynaklı. Enerji, sanayi ve ulaşım kaynakları fosil yakıt tüketimi de önemli paydalardan. Dolayısı ile tüm sektörlerde doğru bir planlama ile dönüşüne ihtiyaç olacak. BM’ye verilen taahhütler çerçevesinde ağır sanayinin olduğu bölgelerden başlayarak bu sürecin planlanması gerekiyor.
Bir taraftan iklim değişikliği mücadele sürecine ilişkin eylem planları, sera gazı emisyonlarının azaltımına yönelik hedefler ortaya konarken diğer taraftan ülkede çevre yönetimine yönelik yürütülen politikaları ve uygulamaları gördüğümüzde söz ve eylem arasında büyük farklar olduğunu görüyoruz. Örneğin; mevcut termik santrallerin yarattığı olumsuzluklar ve verilen muafiyetler ile buna ek olarak yeni planlanan kömürlü termik santral yatırımları göz önüne alındığında bu tek örnek bile eylem ve söylem arasında büyük fark olduğunu gösteriyor. Ülkemizde yatırımların planlanması kapsamında yenilenebilir enerjiye yönelik çalışmaların gerçekleştirilmesi, kirletici sektörlerden uzaklaşılması gerekliliğini her zaman dile getiriyoruz.” dedi.
Çevre Mühendisi Gülseren Özbey 2. Konuşmacı olarak yer aldı. Sıfır atık ile ilgili çeşitli bilgiler veren Özbey “ Doğrusal ekonomi, kaynaktan üretime al, kullan, tüket ve daha sonrasında oluşan atıklardan bahsedebiliriz. Dövizel ekonomi, ileri dönüşüm, sürdürülebilir tüketim dövizel ekonomiyi oluşturur. Türkiye’de atık bertarafı hedefi bakacak olursak 2023 yılında oluşan atığın %35’i geri kazılım, % 65’i ise düzenli depolama yöntemiyle bertaraf edilmesi hedeflenmektedir. O atık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 2017 yılında o atık projesi başlatıldı. Bununla birlikte israfın önlenmesi, oluşan atık miktarlarının azaltılması ve atıkların geri kazanılmasına dair böyle bir atık önleme yaklaşımıdır. Bu anlamda resmi gazetede o atık projesi tamamlandı. O atıkla birlikte gelecek nesillere amaç yaşanabilir temiz bir dünya bırakmak, burada israfı önlemek, doğal kaynakları doğru bir şeklide kullanmak atık miktarını azaltmak atıkları kaynağında ayrıştırmak ve atıkları geri kazanarak ekonomiye katkı sağlamak amaçlanır. Tehlikesiz atıklar lastikler, kağıtlar,cam, metal, ahşap, tekstil gibi geri dönüşmeyen hacimli atıkları kapsar. Organik atıklara bakacak olursak sebze, meyve atıkları yumurta atıkları, çay posaları gibi bitkisel kökenli atıklardır. Bu atıklar kompost makinasında kompost yapılanmaktadır. Elde edilen komposta toprak iyileştirici özelliği olduğu için tekrar kullanılmaktadır.” dedi.
Özcan Çetin
Bakmadan Geçme





