NEDEN HASTA OLURUZ!

Gördüğünüz bu başlığı sizlere daha iyi aktarabilmek için, farklı makalelerden alıntı yaparak detaya gireceğim. Ne enteresandır...

Gördüğünüz bu başlığı sizlere daha iyi aktarabilmek için, farklı makalelerden alıntı yaparak detaya gireceğim.

Ne enteresandır ki sonuç değişmiyor. Uzmanlara ait onlarca makalelerden seçip sizlere aktaracaklarım da dâhil olmak üzere, hepsinin ortak sonucu; iyileşmenin, kişinin “doğal yaşam gücünün” iyileşmede ancak en büyük etken olarak rol aldığıdır.

Bu nedenle, iyileşmenin kişinin canlılığının artması, kendi farkındalığına ulaşabilmesi, enerji akışının ve sevgiyi deneyimleme arzusunun artması ile mümkündür. Her şekilde fiziksel ya da zihinsel enerjisinin artış göstermesi gerekmektedir.

Peki, bu enerji yolları nasıl tıkanıyor? Fiziksel, duygusal ve zihinsel stresle

Peki, bu stresler nasıl yaratılıyor? Davranışlarımız ve inançlarımızla

Önce hastalığı tanımlayalım isterseniz;

Kısaca, bedenin enerji sistemindeki dengesizliktir diyelim.

Diğer bir deyişle; Bedenimizdeki bütün biyokimyasal süreçleri dengeleyen enerjitik bir kontrol mekanizması vardır. Organizmaların sağlıklılık halini korumak ; bu kontrol mekanizması sayesinde olur. Hastalıklar ise bu enerjitik denge mekanizması bozulduğunda ortaya çıkar.

Başka bir anlatımla; Canlılarda normal seviyelerde olan fizyolojik ya da ruhsal yapının, dengenin veya işlevin değişikliğe uğramasına neden olan ya da tamamen bozan ve çeşitli belirtilere sahip olabilen bozukluklara “hastalık” denmektedir. Vücuttaki fiziksel, kimyasal ya da işlevsel olarak süren etkinliklerin uyum içinde sürmesini sağlayan dengenin bozulması bir ya da birkaç hastalığın oluşumuna neden olmaktadır. Bu bozukluklar hastalık nedenleri olarak değerlendirilmektedir.

Kısaca hastalıklar, çok farklı unsurlardan, çok farklı şekillerde gelebilir. Ancak hepsini, biyokimyasal ve moleküler boyutta aynı tabana çekmemiz mümkündür: Her varlık, atomlardan oluşur. Her canlı, belli bir biyokimyasal yapıya sahiptir. Dolayısıyla bu canlılar, maddeler ve enerjiler arasındaki etkileşimler, organizmalardan birinde ya da birkaçında olumsuz sonuçlar doğurabilecektir. Bu olumsuz sonuçlar “hastalıklar” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hastalıkların çaresini ilaçlarla aramak ilaç sektörünün çok işine yarıyor. Bir yerinizdeki hastalığı uyuturken, aynı ilaç yüzünden başka yerdeki hasara sebep olmak insan için yıkımın başlangıcı niteliğindedir. İşte tam da burada İnanmak denilen şey, hastanın hastalığa karşı tutumu değişince frekansının da değişmesi ve hastalığın artık o frekansta kendine yer bulamamasından başka bir şey değil.

Hasta insanla sağlıklı insanın frekans yapıları birbirinden farklıdır. Çünkü virus, bakteri. allerjen, toksin, amalgam, mantar gibi yabancı frekanslar vücudun titreşim ahengini bozar, hastalıklara neden olurlar. İşte ya kişinin kendi enerjisini fark etmesi ya da dışarıdan alacağı bitkisel doğru takviyeler sayesinde (ki yine birçoğunuzun kullandığı Paınles Nıght GLU destek bantları, B12Plus, Melatonin Plus lar sayesinde), mekanizma düzene girecektir.

Böylelikle hücrelerin bilgi alışverişi eski düzenli haline kavuşmakta, bünyeye zarar veren maddelerin yarattığı olumsuz frekanslar bertaraf edildiğinde de vücut düzeni sağlanmaktadır.

Hastalıklar da kişiye özgüdür; Hastalık oluştuğunda kişinin patolojik, fizyolojik ve psikolojik durumuna göre şekli ve yayılımı kişiye özgü değişmektedir.

Sağlık nasıl kişiye özgü ise; hastalık da kişiye özgüdür. Gerçek iyileşme için bu enerjitik dengenin yeniden kurulması gereklidir. Tedaviler de hep kişiye özgü olmalıdır.

Zaten bu yüzden, kullanımını önerdiğim ürünün / ürünlerin, vücutta enerji ve denge sağlama süresi ısrarla kişiye özgüdür diyorum.

Hastalıklarımızın esas ana nedenleri susuz kalmamız ve dengeli beslenemememiz olsa da, yeniçağ teknolojisi ve araştırmalar göstermiştir ki; bunların tümü yazıma başlarken de değindiğim gibi kişinin “doğal yaşam gücünün” iyileşmedeki aldığı süreçle de doğru orantılıdır.

Konumuza başlarken ne demiştik;

Enerji yolları nasıl tıkanıyor? Fiziksel, duygusal ve zihinsel stresle

Stresler nasıl yaratılıyor? Davranışlarımız ve inançlarımızla

Kişi kendinin ne kadar farkında olur ve tanırsa, psikolojisine o derece sahip çıkarak yaşamın getirdiği olumsuzluklara da o derece dirençli olacaktır. Üstelik bunu da efor sarf etmeden, kendi yaşam kalite düzeni olduğundan bünye otomatik olarak set çekmiş olacaktır.

“Stres”e bir göz atalım isterseniz;

Çağımızın en yaygın sorunlarından birisi olan stres, birçok araştırmanın ve çalışmanın da konusunu oluşturuyor. Stresin yol açtığı sorunlarsa sandığımızdan çok daha çeşitli.

“Stresle baş etmeyi öğrenmek”, iş ve özel yaşamınızda olumlu sonuçlara ulaşmamızın anahtarlarından biridir

Hepimiz zaman zaman kendimizi gergin hissederiz; bu, hayattaki duygusal iniş çıkışların bir parçasıdır. Stresin birçok kaynağı var; çevremizden, vücudumuzdan veya kişisel düşüncelerimizden ve etrafımızdaki dünyaya bakış açımızdan dolayı ortaya çıkıyor olabilir.

Sınav dönemleri gibi baskı dönemleri, doğal olarak strese sebep olabilir; ancak bedenimiz, fizyolojik olarak stresle başa çıkmak ve tepki vermek üzere evrimleşmiştir.

Sinir sistemimiz baskı altındayken, vücudumuzda adrenalin, noradrenalin ve kortizol dahil olmak üzere stres hormonları salgılanır. Bu salgılar, karşı karşıya kaldığımız bir tehdit veya tehlike ile baş etmemize yardımcı olmak için bazı fiziksel değişikliklere neden olur. Bu duruma “stres tepkisi” veya “savaş ya da sıvış” tepkisi denir.

Stres tepkisi dikkatimizi arttırmaya, motivasyonumuzu yükseltmeye ve görevimize odaklanmamıza yardımcı olduğundan, aslında olumlu bir tepki olarak görülebilir.

Genelde üzerimizdeki baskı azaldığında, vücut denge durumuna döner ve tekrar sakinleşmeye başlarız. Fakat sıkça stresli durumlar ya da olumsuz duygular yaşarsak, bu durum başa çıkma kabiliyetimizi zorlarken bazı sorunlar ortaya çıkar.

Sinir sisteminin sürekli aktif halde olması (“stres tepkisi” yaşaması) vücudumuzda aşınma ve yıpranmaya sebep olur.

Stres durumundan en çabuk solunum sistemi etkilenir. Vücudumuzda oksijen bakımından zengin kanı hızlıca dağıtabilmek için daha hızlı nefes alıp verme tepkisi gösteririz.

Birçoğumuz için bu bir sorun olmasa bile, nefes darlığı ve yeterli oksijen almakta sorun yaşayan astım hastaları için ciddi bir sorundur. Yetersiz miktarda hava ciğerlerimize girdiğinde hızlı ve zor solunuma neden olabilir ve hiperventilasyona (güçlükle solumaya) yol açar. Büyük olasılıkla insanların endişe ve panik ataklarına yatkın olmasının temel nedenlerinden birisi budur.

Stres, bağışıklık sistemimize de zarar verir. Vücudumuzdaki kortizol, bağışıklık sistemini güçlendirir ve iltihaplanmaları bastırır; ayrıca enfeksiyonlara ve kronik inflamatuar (sindirim sistemiyle ilgili) koşullara karşı daha da hassastır. Bu bağlamda, aşırı stres hastalıklarla mücadele etme kabiliyetimizi azaltır.

Kas-iskelet sistemimiz de gergin ruh halimizden etkilenir. Kaslarımız gerginleşir; bu, vücudumuzun kendisini yaralanma ve acıdan korumanın en doğal yoludur. Sürekli olarak tekrarlanan kas gerginliği, bedensel ağrılara ve acıya yol açabilir; kasılmalar omuzlarda, boyunda ve başta meydana geldiğinde, gerginlik baş ağrısı ve migrene sebep olacaktır.

Diğer yandan, stresin kardiyovasküler (kalp-damar sistemi) üzerinde olumsuz etkileri mevcuttur. Stres akut hale geldiğinde (travmatik bir olay sonrasında) kalp atış hızı ve kan basıncı yükselir; ancak akut stres geçtikten sonra vücut normal işleyişine dönerler.

Akut stres tekrar tekrar yaşanırsa ya da stres kronikleşirse (uzun zaman devam ederse) damarlarda ve arterlerde hasara yol açabilir. Bu durumsa hipertansiyon (yüksek tansiyon), kalp krizi veya felç riskini arttıracaktır.

Endokrin (hormonal) sistem de stresin hedefindedir. Bu sistem ruh halimizi, büyüme ve gelişme sürecimizi, dokusal işlevlerimizi, metabolizma ve üreme süreçlerinin düzenlenmesini kontrol eder. Dolayısıyla, stres metabolizmamızın işleyişini olumsuz etkiler. Hipotalamus kısmı beynimizin içinde bulunur ve endokrin sistemini sinir sistemiyle birleştirmede çok mühim bir rol oynar.

Hipotalamustan kaynaklanan stres sinyalleri, stres hormonları olan kortizol ve epinefrinin salınmasını tetikler ve ardından karaciğer tarafından, stresli durumla baş etmemiz amacıyla bize enerji sağlaması için kan şekeri (glikoz) üretilir. Çoğu insan, stres azaldığında ekstra kan şekerini vücuttan atar; ancak bazı insanlar açısından stres diyabet riskini yükseltir.

Stres, bazı sıkıntı verici gastrointestinal (sindirim sistemi) sorunlarına neden olabilir. Özellikle beslenme alışkanlıklarımız hususunda, yetersiz ya da gereğinden çok yemek yediğimizde veya yağlı ve şekerli gıdalar tüketimini arttırdığımızda, mide ekşimesi ve asitten kaynaklanan reflü sorunları yaşayabiliriz.

Bağırsakların tükettiğimiz gıdalardaki besin maddelerini emme kabiliyeti stres nedeniyle azalabilir. Mide ağrısı, şişkinlik hissi ve mide bulantısı, ishal veya kabızlık yaşamamıza yol açabilir.

Stres, üreme sistemimizde de sorunlara neden olabilir. Kronik stres erkekler açısından testosteron ve sperm üretimini düşürebilir. Hatta sertleşme sorunlarına veya iktidarsızlığa yol açabilir. Kadınlar açısındansa regl döngülerinde değişiklikler yaratabilir ve adet öncesi sıkıntıları arttırabilir.

Yarın yine görüşmek ve kaldığımız yerden devam etmek üzere, hoşça ve sağlıkla kalın inşallah…

Sevgiler.

Bakmadan Geçme