Nacar kol saati
Her insanın yaşamında bazı ilkler vardır. Niteliği ne olursa olsun bu ilkler, çoğunlukla hafızamıza kazınır, unutulmazlar...
Her insanın yaşamında bazı ilkler vardır. Niteliği ne olursa olsun bu ilkler, çoğunlukla hafızamıza kazınır, unutulmazlar arasında ilk sırayı onlar alır.
“Eğirdir Güzellemesi” başlıklı yazımdan sonra kendime şunu sordum:
”Eğirdir’de doğup büyümediğin halde aşk derecesinde bu kenti sevmenin altında yatan şey nedir?”
Aldığım yanıt, hafıza lobumun köşesinden çıkageldi. Hayret verici bir şey, şu beyin denen organımız. İnsan, onu zorlamadan kesinlikle yanıt vermiyor. Bana gelen ilk sinyal karşısında, “Ah ya, nasıl da bunu düşünemedim” dedim kendime.
Babamın doğup büyüdüğü, gençliğini geçirdiği ve evlendiği Eğirdir’i hiç istemeden terk etmesi, onun çok zoruna gitmişti. Eğirdir; Anadolu’da küçük bir kasaba, gelir kaynakları da yok denecek kadar azdı. Ekip biçecek toprak olmadığı gibi kentte ev için doğru dürüst arsa yoktu. Bu yoksulluk ortamında askerliğini yapıp ardından evlenen babam, çareyi diğer hemşerileri gibi Batı’ya göçte bulur. Başlangıçta annem direnir ve sonunda kocasına uyarak trenle soluğu Aydın’da alırlar.
İlk yıl, çok zorlu geçer. Zeytinyağı fabrikalarında 100 kilonun üzerinde çuvalları sırtlayarak geçirdiği her günün gecesi babam, “Memlekete geri dönelim” dedikçe annemle kavgaya tutuşurlar. Annem babamın ısrarlarına,
-Aha işte kapı, buraya kendi isteğimle gelmedim, sen zorladın. Ben gitmiyorum, diye resti çeker… Bu resti göremeyen babam, sonunda dönüş fikrini kafasından tamamen silip atar.
O tarihten sonra ailem, eski adıyla Karapınar şimdinin İncirliova’sı olan kasabaya taşınarak geçim sıkıntısını bir ölçüde hafifletirler.
O yılların ülke koşulları gereği doğum kontrolü nedir bilmeyen annemle babam, her iki yılda bir çocuk sahibi olur. Bunun sonucu ailenin son evladı olarak ben dünyaya gelirim. Şimdi bakıyorum da, iki çocuğun bile maddi ve manevi yükü ne kadar ağır diyorum. Oysa annemin 14 çocuğu hangi duygularla doğurduğunu bilen yok. İyi ki doğum kontrol olayı o zamanlar yokmuş!
Ailem artık Aydınlı olmuştu. Ama bilirsiniz, kişi doğduğu yeri kendi toprağı bilirmiş, babam da doğduğu toprakları hiç unutmamıştı. Her fırsatta ve her yaz mutlaka akrabalarla özlem giderirdi.
Eğirdir’de teyzemin damadı saatçiydi. İki kayınbiraderi Osman ve Arif de yanında çalışıyordu. Onları ziyarete gittiğimizde saat vitrinine bakmaktan kendimi alamıyordum. Bugün dahi zaman buldukça bakarım. 11 yaşında bir çocuğun bir saat sahibi olması, o yıllarda olağanüstü lüks sayılırdı. Bu yüzden aklımdan, “Ah, babam şu vitrinde ışıl ışıl parlayan kol saatlerinden birini bana alsa…” gibi bir düşünce geçmemişti. Nasıl geçsin ki!
Saatlere dikkatle baktığımı gören babam, yüzüme gülerek bakıyordu. Oysa o durduk yere gülmezdi. Şaşırdığımı görünce bu kez gururlu bir ifadeyle ustaya dönerek,
-Oğlan bu yıl ilkokulu pekiyi dereceyle bitirdi amcası. Ona şöyle güzel bir kol saati verirsin değil mi? O, bunu çoktan hak etti, der demez nasıl da sevindim bilemezsiniz. Rüyamda görsem inanmazdım.
Saatçi akrabamız, vitrinden ışıldayan altın kaplama Nacar bir kol saati çıkardı. Siyah deri kayışlıydı.
-Eh, İbram abi, akıllı oğlana da bu yakışır, deyip itinayla koluma taktı.
İnsanın gösterecek bir şeyinin olmasının önemini Nacar kol saati bana öğretti.
***
O günleri bilmeyen genç kuşaklara diyeceğim şu ki, biz ilkokuldan sözlü ve yazılı bitirme sınavlarıyla mezun olduk. O sözlü sınavlarda öğretmenlerimizin dili tutulsun, kolay sorular sorsun diye kapı kenarlarına iğneler batırdık! Bu tür sınavlardan pekiyi ile mezun olmanın önemini ancak yaşayan bilir.
Sevgide imgelerin önemi varsa; Eğirdir’i sevmemde de ilk kol saatimin bir payı mutlaka var diyorum.
Bakmadan Geçme





