Mümin, kisveye bakmaz

Balkan Savaşı'nın acılarının derinden hissedildiği, I. Dünya Savaşı'nın kapımıza dayandığı 1914 yılının bir yaz günü… Aylardan...

Balkan Savaşı’nın acılarının derinden hissedildiği, I. Dünya Savaşı’nın kapımıza dayandığı 1914 yılının bir yaz günü… Aylardan Ramazan…

Gelibolu’daki köylerden birine sakallı, yeşil sarıklı, elinde tespih, dilinde de devletin ve milletin bekası için dualar olan bir derviş gelir… Ramazan’da beldelerine gelen dervişi köylüler, “Allah gönderdi” deyip bir ermiş olarak görürler ve ona:

“Şu mübarek günlerde bize misafir ol, sana ev verelim, hizmetini görelim… Yeter ki sen de bize nasihat ve dua et…” derler.

Derviş, “Benim işim dünya ile değil, Allah ile… Vaktimi ibadet ve dua ile geçiririm… Bana yüksek ve ulu bir tepe bulursanız orada kalır ve size dua ederim” der.

Köylüler, dervişin bu sözüne sevinirler ve beğendiği bir tepenin zirvesine bir kulübe yaparak ona her gün iftar ve sahurunu ikram ederler… Derviş, Ramazan bitince Gelibolu’yu terk eder gider…

Derken 1914 yılının sonlarında Osmanlı Devleti’nin Cihan Harbi’ne girmesiyle düşman donanması ve orduları, Gelibolu Yarımadası’na saldırır… Ellerinde de Gelibolu’nun koylarını, derelerini, tepelerini, yollarını ve önemli noktalarını gösteren bizim dervişin çizdiği haritalar… Meğer köylülerin dervişi, İngiliz ordusunda haritacı istihbarat binbaşıymış…

Hani bir söz var, bebekler için söylenmiş, dilimize yer etmiş, “Her sakallı dede değildir” … Yetişkinler de bazen bu sözün muhatabı olabiliyormuş demek ki…

Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur ki: “Allah, sizin fiziğinize ve görüşünüze bakmaz; yüreklerinize ve yaptıklarınıza bakar.”

Hal böyle iken Allah’ın kulları olarak zahire aldanıveriyoruz… Ya görünüşün büyüsüne kapılıyor ya da ön yargılarımıza yenik düşüyor, hakikati gözden kaçırıyoruz…

Hz. Ömer, bir gün tevazu amacıyla boynunu büken bir adamı görünce; “Ey başını eğen! Kaldır başını, takva yürektedir, başı bükmekte değil…” diye ikaz eder.

Yine bir defasında Hz. Ömer, bazılarının bir adamı ibadetinden dolayı övmelerini duyunca, “Onunla yolculuk ve alışveriş yaptınız mı?” diye sorar ve cevabı “Hayır” olunca, “Vallahi siz, bu adamı tanımıyorsunuz” der…

Millet olarak bu yanılgılarımızın temelinde dine karşı derin bir saygının izleri var… Şeklin değil, özün ve pratiğin temel alınması dini ve insani bir zorunluluk… Din, ahlak ve vicdan, zahire göre değil, olayın içyüzüne ve gerçeğe göre hüküm verir…

Evet, artık hepimiz bebeklik çağını çoktan geçtik… Öyleyse her gördüğümüz sakallıya dede demekten vazgeçelim… Yine aynı zamanda dini şekilciliğe indirgeyen anlayış ve uygulamaların yanlışlarını dine değil, sahiplerine fatura edelim… Dini hassasiyetlerimizin sömürülmesine ve Allah adına aldatılmaya karşı uyanık olalım…

Kriterimiz, Allah’ın yaklaşımıdır… O da yüreği ve yapılanı temel almak, görünene aldanmamak…

Bakmadan Geçme