Mültecilere olan empatim

Hiç sokakta kaldın mı, yani evin var ama o an için yok ya da ailen… Çaresizliğin...

Hiç sokakta kaldın mı, yani evin var ama o an için yok ya da ailen… Çaresizliğin en dibini yaşadın mı? Şöyle birkaç dakikalığına elini ver bana, yapayalnızlığa seyre çıkalım. Fikirlerinden ötürü dışlandığını, ötekileştirilip bir anlamda alaya alındığının hayalini kur, lütfen.

Kim ister ki evini, memleketini terk etmek? Olayların görünen ve görünmeyen perde arkasını kritik etmeden yargılamak o kadar kolay ki… Çaresiz kalmadım ama sokakta kaldım. 22 yıl önce 19 yaşımda üniversite öğrencisi iken… Siyasi tarihimizde 28 Şubat Kararları olarak tarihe geçen postmodern darbede mağdur olan bir başörtülü genç kızdım. Atatürk Cumhuriyeti’nde başörtülü olarak üniversitede derslere girmem olmazmış. Kendimi yırtsam da yaksam da bağnaz laiklere “Siz ne diyorsunuz? Benim inancımdan, ailemin beni yetiştiriş tarzından ben örtülüyüm” diyebilseydim beni anlar mıydılar? Laikliğin bağnazlığı olur mu, hem de nasıl… Cumhuriyet kadını olduğunu söyleyen akademisyen, bağnazlıktan değil de beni niçin dersi dinlerken, hiçbir saygısızlık yapmamışken dersten atmıştı?

Ya da içip de zurna olarak gitmediğim, olay çıkartmadığım yurdun kapısına niçin konulmuştum ki? Suçumuz, 1997 yılı 28 Şubat kararlarında başörtülü olmaktı!

Başörtülü olup farklı düşünenler elbette vardır lakin “Ya bendensin ya ondansın” diyerek kutuplaştırılmış dışlanmıştık. Hatta bazıları, “Size bu ülkede su bile vermeyeceğiz” diyordu. Neydi dertleri dindar olanla?

Öte yandan aradan yıllar geçti; kıyafetimde değişiklikler oldu ama inançlarımı yitirmedim. Her zaman olduğum gibi hem Atatürkçü hem de dindardım. Görünüşe önem verenler başörtülüyken Atatürk düşmanı olarak önyargılı davrandılar.

Yeni tarzımda da “Modern Atatürkçü kadın” diyerek şişirdiler. Görev teklif ettiler. Zihin aynı, kıyafet farklı, ne olacak şimdi sevgili okur? Komedi mi dram mı?

AK Parti’yi eleştirince “Vay be CHP’li ablam” diyorlar; CHP’yi eleştirince ya da Atatürkçü Düşünce Derneği’nde bazı konularda farklı fikir ileri sürünce “Filancadan” diyerek yaftalıyorlar. Aziz Mahmut Hüdayi’den alıntılar yaptığım için dostluğu sıfırlayanlar oldu. Kim oluyormuş Aziz Mahmut? Eh bir zahmet okuyuver.

Vakıflara da bugün pek sıcak bakıldığını söyleyemem ama gerçek anlamda bir vakıf, tamamen hayır kurumudur. Maksat, hayatımızı iyiliğe vakfedebilmek… Derviş Yunus’un dediği gibi, yetmiş iki millete bir göz ile aynı değerde bakabilmek aynı koşullarda el uzatabilmek önemli… Rahmetli Türkan Saylan’ı çok severim. O da bir vakıf insanı idi. Ancak “Çağdaş Eğitim” diyerek herhangi mağdur bir başörtülüye yardım eli uzatmadı. Hafız hoca hanımlar da başörtülü olmayana aynı muameleyi yaptı. “İkisine de el uzatalım” dediğimde riyakar mı olmuş oluyorum, daha açık ifadeyle ikiyüzlü müyüm?

“Safımı belirlemek istemiyorum. Ortaya karışık kalmak, her tadın ayrı bir lezzeti olduğunu anımsatmak istiyorum” dediğimde “Mal mısın yahu?” diye cevap verenler bile oldu. Ya hep ya hiç; demek ki insanoğlu hep ayrılıklarda mutlu, mutlu ki uzlaşı olmuyor.

Sözü aslında mültecilere getirmek istiyorum. 2011 yılına kadar herhangi bir Suriyeli, vatan toprağını bırakıp evsiz yurtsuz kalmış mıydı? Tunus ile başlayan Arap Baharı’nın hiç de bahar getirmeyeceği belliydi. Ortadoğu topraklarında operasyonlar yapılacağı, birilerinin kurban gideceği belliydi.

O günden bugüne demokrasi adı altında oynanan büyük oyunun ne acıdır ki yanlış politikalarımız sebebiyle aleti olduk. Bu durumu eleştirelim ancak bize sığınan kadınları, çocukları “Siz onlardansınız” diyerek ittirmeyelim. Hangi partiden olursak olalım, adaletli ve şefkatli olmaya gayret edelim. Kolay şeylerden bahsetmiyorum, özünde sevgi olan bir uzlaşıdan, insan kardeşi olmaktan bahsediyorum.

Toplum olarak epey bir zamandır gerginiz. Siyasetin hırçınlığı, bağnazlığın ister dini anlamda ister laik anlamda her çeşidi bizi birbirimizden ayırıyor. Eskiden sağ- sol; laik-anti laik çatışması varken şimdi Müslüman, Müslüman ile çatışıyor.

28 Şubat nasıl bir emperyalist dış güç oyunu ise Arap Baharı ve bugün yaşanılanlar da öyle…

Atatürk’e ve Hazreti Muhammed’e, ulusalcılığa ve ümmetçiliğe aynı anda aşık olabiliriz. Yeter ki akıl, irade ve duygu birbirine darbe yapmasın.

Ortaya karışık olalım, dağınık kalalım fakat kimseyi sokakta sabahlatmayalım!

Bakmadan Geçme