Modern aptallaştırıcılar: Türk dizileri
Hangi kanalı zaplasam, 1.ZENGİN ERKEK 2. FAKİR AMA DELİKANLI BİR KADIN 3.ZENGİN ERKEĞİN YAKIN ZENGİN ERKEK...
Hangi kanalı zaplasam,
1.ZENGİN ERKEK
2. FAKİR AMA DELİKANLI BİR KADIN
3.ZENGİN ERKEĞİN YAKIN ZENGİN ERKEK ARKADAŞI VEYA ARKADAŞLARI
4. ZENGİN ERKEĞE ASILAN ZENGİN KADIN
5.ZENGİN ERKEĞİN AİLE ÜYELERİ
6.FAKİR AMA DELİKANLI KADININ DELİKANLI AİLESİ
7.FAKİR AMA DELİKANLI KADINININ YAKIN FAKİR KIZ ARKADAŞLARI
8. FAKİR YA DA ZENGİN KIZA AŞIK OLAN AMA KIZIN UMRUNDA OLMAYAN FAKİR YA DA ZENGİN GENÇ
Yahu yeter.
Aynı sevgi sözcüklerinin, kalıplaşmış aşk öbeklerinin, tek tip kadınların, tek tip erkeklerin var olduğu yaratıcılıktan bu derece uzak dizilerle bu dizilerin kendi duygularımızı köreltmesine nasıl müsaade edip alıyoruz günlük hayatımıza bunları bu kadar? Bununla beraber bu dizileri senaryolaştıran yönetmenlerin yaratıcı olmayışının sebebini yeteneksizliklerine bağlamak çok isterdim fakat öyle olduğunu sanmıyorum. Bu durum, tamamen toplumun istediğini topluma vererek tatmin sağlama, kolay bir şekilde para kazanarak kendi emeğinden çalma durumu. Basit, standart, tek tip aşk yaratarak toplumun zihnindeki aşk kavramının içini boşaltmak, oyalamak, tabiri caizse aptallaştırmak amacıyla yazılmış senaryo kirlilikleri.
Buna göre senaryo şu şekildedir:
Zengin erkek, fakir kadının patronudur. Hanım kızımız, sakarın önden gidenidir ve zengin beyimiz de kızımızın bu sakarlıklarını çekici bulur. Oğlumuz ise tüm spor dallarında başarılı, pratik ve soğuk duruşunun arkasında çocuksu halleri de olan biridir. Birbirinden hoşlanırlar.
Fakat bizim saf, salak, fakir kızımız; zengin, sinsi, yosma kadınla zengin erkeğimizin arasında bir şeyler olduğuna inanır. Çünkü zengin ama sinsi kadın, sürekli olarak oğlumuza yanaşmaya çalışan, türlü planlar yapan, hiçbir iyilik düşünmeyen yılanın tekidir. Bu arada fakir kızımızda 3 IQ olduğu için kendine aşık olunduğunu kesinlikle anlamaz.
-Fakir ama delikanlı kadın: Üzgünüm ama sizin yanınızda çalışamam daha fazla…
20 saniye bakışırlar. Müzik girer. Fakir ama delikanlı kadın dudaklarını büzer, arkasına döner, ağır çekimde yürümeye başlar. Zengin erkek, kadının elinden tutar hatta barzodur. Kolundan çeker, kendine döndürür ve ”Gitme” der. 20 saniye daha bakışırlar. Bundan sonra tek yolu vardır fakir ve delikanlı kadının! Gitmek ve günler sonra geri dönmek.
Yolları yeniden kesişen ikili, bir şekilde birbirlerine aşklarını ifade edeceklerdir ki o da ne? Araya ya
zengin erkeğin en yakın arkadaşı, fakir kadının en yakın arkadaşı ya da her ikisi hatta diğer şık olarak
zengin erkeğin annesi girer. Bir türlü kavuşamayan çiftimiz, mücadele etmek yerine birbirlerinin hayatlarından gitmeyi teklif eder ve ortaya şu facia replikler çıkar:
Fakir kadın: Bizden bir şey olamaz, görmüyor musun?
Zengin erkek: Hayır hayır öyle söyleme. Sana aşığım. Senden başkasıyla yapamam.
Fakir kadın: Olamayız diyorum. Ailen beni istemiyor.
Zengin erkek: Hee tamam.
20 saniye daha bakışırlar. Fakirin de zenginin de gözü yaşlı, ağır çekimde birbirlerinin tersi istikamete yürürken zengin erkek bir an duyguları olduğunun farkına varır, arkasına döner, kıza sarılmak ister ama o da ne, kız çoktan metrobüse binmiş, kenar mahalledeki derme çatma evine gitmek için yola koyulmuştur. Sanki hiçbir ulaşım aracı yokmuş gibi ulaşılamayan kız, erkekte gaz yaptığından beyimiz, büyük işler yaptığı ofisinde düşünür durur. Kızımızsa yataklarda dizleri kendine çekmiş salya sümük ağlar bir şekilde yatar. Anası gelir, saçını okşar. Babası çorba getirir fakat kimse sormaz, ”Yavrum ne oldu sana?”diye. Bizimkiler olsa enseye vurdu muydu alır lokmayı ağzımdan vallaha. Bunlar, istiareye mi yatıyordur nedir? Bütün bu acılara dayanamayan zengin beyimiz, kendini barlara atar ve içer, içer, içer. Bar kapanmaya yakın sinsi yelloz ama estetikli kadınımız gelir, adamı alır ve evine götürür. Kimse de sormaz kadın nereden geldi, nasıl geldi?
Takip etti herhalde!!
Elbette ki oynak yellozumuz rahat durmaz. Adamımızla birlikte olmaya, ondan yararlanmaya çalışır ama beyimiz, mert bir şekilde dimdik durur sinsinin karşısında. Bizim oğlan, sarhoşlukla gece neler olduğundan habersiz, sinsi kadınımız çoktan planları yapmıştır. Allem eder, kallem eder ve artık evlenmek zorundadırlar!
***
Gibi birbirinin hemen hemen aynı senaryolarla Türk televizyonlarında her gün aptal yerine konulduğumuz birçok dizi seyrediyoruz. Sevginin, saygının ve sadakatin anlamlarının ve içlerinin boşaltıldığı, aşkın bir mum gibi hızla yanıp çabuk söndüğü diziler, dizilerimiz hızla damarlarımıza işliyor. Benliklerimize yapışıp kalan tek tip hayatlara özeniyor, lüks mekanlara ulaşabilme arzusuyla kendimizden defalarca ödün vermeyi kabul ediyoruz. Toplumda var olabilmek, daha doğrusu topluma ve yaşadığın çevreye kendini kanıtlayabilmek adına elde etmek istediğimiz statülere kolay yoldan ulaşabilmenin anahtarının paradan geçtiğini neredeyse her diziden öğrendik.
Kendini eğitmek, emek vermek, bir şeyler üzerine çalışmak, koşturmak, çabalamak değil, ‘güzel’ ya da ‘yakışıklı’ bir insan olmakla da bir yere gelinebilindiğini yani ‘aklımızı kullanmasak da olur’ ana fikrini defalarca seyrettik. Böylelikle içimizden çok dışımız değerli olmaya, estetik para yapmaya, şekilcilik gün be gün değer kazanmaya başladı. Bu sebeple hepimiz, manken gibi görünmeye özen gösterir olduk. Yalnızca beğeni almak için başucumuzda duran kitaplarımız, takipçilerimiz artsın diye verdiğimiz pozlarımız vardı. Hiç sevmediğimiz şeyleri seviyormuş gibi yapmak, bu yüzden çok güzel bir şey haline geldi.
Bu nedenle sevdiklerimizin yüzüne “Seni çok seviyorum” demeyi geciktirdik. Kimi zaman bir daha diyemeyecek kadar geç kaldık. Kimi zaman birilerine duyduğumuz sevginin bile ne derece köreldiğini hissettik. Hislerimizi aldırmış gibi hareket ettik. Mantıkla olmayacak her şeyi mahvettik. Az arkadaş, bol takipçi aldık hayatlarımıza. Beğenilerimiz çok yüksekti belki ama gece ağlıyorduk yatağımızda “Neden kimse beni sevmiyor?” diye. İnsan ilişkilerimiz o kadar kötü hallere düştü ki hakkımız olan parayı isterken utanır olduk. Hayal ettiklerimiz dizilerdeki villalardan, yatlardan, tatil yerlerinden, giysilerden taşamadı bir türlü. Güzel burunlu, dolgun dudaklı, kalkık popolu kadınlar, güzel gülüşlü uzun kirpikli, uzun boylu, kaslı erkekler girmeye başladı hayallerimize. İçini sorgulamadan meyve seçer gibi bizimle beraber yürüyecek eş seçer olduk. Elimizden gelse doğduğumuz yeri, ailemizi, kendimizi bile değiştirirdik belki de. İçimiz, kimi zaman bunu fısıldadı kulağımıza haince.
Velhasıl kelam kare kodlarımıza işlenen, DNA’mızı değiştiren bu algı; bizi olmadığımız birilerine dönüştürdü, dönüştürüyor.
Diyeceğim şu ki: Son model Türk dizileri, fakir bir kızla zengin bir oğlanın masum aşkından çok zehirli bir örümcek misali ağlarını sarıyor etrafımıza. Amaaan ne olur izin vermeyelim. Hayat güzel. Biz böyle güzeliz. Bu yaştan sonra hamuru bozup yeniden inşa etmenin bir anlamı yok.
Bakmadan Geçme





