Misyonerlerin vaaz çadırı
Yeni Dünya Düzeni’nde küreselcilerin tüm dünyayı değiştirme fikirlerinin koronavirüs ile olan etkisine ‘Dijital Dünyada Kimliksiz Kalmamak’...
Yeni Dünya Düzeni’nde küreselcilerin tüm dünyayı değiştirme fikirlerinin koronavirüs ile olan etkisine ‘Dijital Dünyada Kimliksiz Kalmamak’ başlıklı köşe yazımda değinmiştim. Aynı zamanda İsrail Devleti’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Mesih beklentisi ve bu uğurda yapageldikleri, Yeni Dünya Düzeni kapsamında sadece bir bölümdür. O halde misyonerlerin İncil eksenli çalışmalarının arka planında bilerek ya da bilmeyerek bu yeni oluşuma katkı verdiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
Peki, “Mevzu nasıl oldu da Ödemiş’e geldi?” diye yerinde tepinen Ödemiş aşıkları, bir sakin olunuz bakayım. Unutmayın ki bendeniz de bir Ödemiş sevdalısıyım.
Geçen gün kütüphanemden daha önce okumuş olduğum Belgeler Eşliğinde Ödemiş Yazıları kitabını tekrar inceledim. Bekir Keskin, 2017 yılında program yaptığımız radyomuz Radyo Remix’te kitabını bize hediye etmişti. Kitapta Misyonerlerin Vaaz Çadırı bölümünü tekrar okudum. Kitabı mutlaka okuyun isterim. Bekir Keskin’in belgeler ile anlatımı bir harika… Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır.
Kitaptaki Misyonerlerin Vaaz Çadırı bölümü, benim için o kadar önemliydi ki kaybolmuş bir hazineyi bulmuşçasına mutlu oldum.
Birinci Dünya Savaşı 1914-1918
Efendim, malum savaş yılları. Osmanlı Devleti için emperyalist güçlerin Hasta Adam diyerek saf dışı bırakmak istemeleri ve bu amaç uğruna yapmış olduklarını düşününce vaaz çadırlarını anlamak daha kolay oluyor.
Osmanlı topraklarında Anadolu’ya gelen ilk misyonerler, Protestanlar olmuşlar. British and Foreign Bible Society’e bağlı olan bu teşkilat, 1800’lerin başından itibaren İzmir’den Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladılar. Amerikan destekli misyonerler, 1820’lerde gelmeye başlamış.
Misyonerler, gittikleri her yerde halkın arasına karışarak o belde ve yöredeki yaşayan kimseler hakkında bilgi sahibi oluyorlardı. Onlardan istenen, mukaddes ve vaat edilmiş toprakların silahsız bir haçlı seferiyle geri alınmasını sağlamak için gerekli çalışmaların yapılmasıydı.
1911 yılı Mart ayında misyonerlerin Ödemiş’te de okul için yer ayarlamaya çalıştıkları, The Missionary Herald dergisinde yayınlanmış. Bu belgelere ulaşmış olmasından dolayı Bekir Keskin’e hayran olmamak mümkün mü ?
1914 yılının yaz aylarında Beydağ madenindeki İngilizlerin Ödemiş Kaymakamı ile yakın ilişkilerinin de desteğiyle Anadolu’da Amerikan Protestan misyonerlerinin ilk vaaz çadırı Ödemiş’te açılmış. Bayan A. Girou, bu olayı 17 Eylül 1914’te şu şekilde anlatıyor: “Geçenlerde ilk defa 25.000 kişinin yaşadığı İzmir’e -Smyrna- bağlı nahiye olan Ödemiş merkezde açtık. “
O zaman Kaymakam Tevfik Bey, bu izni ‘Ahlak ve Bilim’ dersleri olarak adlandırarak izin vermiş. İlçemizin farklılıklara saygısı, o günlerden belliymiş demek… Elbette bizden gayrısının hangi inanç, hangi yaşam tarzında olmasına saygılı olmak, müthiş değerli bir tutum. Çağdaş olmak adına her düşünce tarzına hayat hakkı tanımalıyız. İnsani anlamda komşuluk, dostluk ilişkilerine de sözüm yok. Bunda hemfikiriz lakin şunu da kabul etmek gerekiyor ki misyonerlik ile sömürgecilik arasında kopmaz bir bağ olduğunu yine kitaptaki Jomo Kenyatta örneği ile açıklayalım.
Kenya’nın kurucu devlet başkanı ve ilk başbakanı Kenyatta, bakınız ne diyor: “Siz buraya geldiğinizde bizim topraklarımız vardı, sizin de İnciliniz. Bize gözü kapalı dua etmeyi öğrettiniz. Gözlerimizi açınca onlar bizim toprağımızı aldılar, biz de onların İncil’ini…”
The Advent Review, misyonerlerin o zamanlar Ödemiş’te nasıl faaliyette bulunduğunu anlatıyor. Advent; İsa Mesih’in görünmesi, tekrardan gelmesi anlamlarına gelen bir sözcük. Beklenen kurtarıcı Mesih, Meryem oğlu İsa’dır. İsa Mesih’in ilk takipçilerinin yolunda olduklarını söyleyen misyonerlerin inançlarına bağlılıkları için göstermiş oldukları faaliyetlerin bir diğer boyutu, hiç şüphesiz Yeni Dünya Düzeni’nde ulus devlet kavramını, milli değerleri, dini inançları ortadan kaldırmaktır.
Sevgili okurum, burada şu gerçeği de belirtmek isterim. Uzun zamandır gerek Hıristiyanlar, gerekse de Yehova’nın Şahitleri ile olan konuşmalarımda insani anlamda hep dostluk gördüm. Onlardan bu manada hiçbir yanlış söz duymadım. Siyasetle uzaktan yakından ilgili olmadıklarını defaatle söylüyorlar.
Ama…
Ödemiş’in efe kültürüne bağlı bir Osmanlı beyefendisi, Kuran-ı Kerim Müslümanı ve Atatürk Cumhuriyetçisi rahmetli dedemin “Evladım, bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. O halde farklı inançlara saygılı olmakla birlikte sınırını korumalısın” uyarısını unutmuş değilim.
Din, bizim kültürümüzde olduğu gibi diğer kültürlerde de toplumsal bir tutkaldır. Bu tutkal, toplumsal hafızayı korur. Bireysel hafıza ne kadar önemliyse toplumsal hafıza da o kadar önemlidir değil mi? Bu yüzden toplumumuzun değer yapılarını, tarihini ve dini inancını korumak, bir anlamda emperyalist güçlerin sömürgesi olmamak adına da çok ama çok önemli…
İslamiyet ve Kuran-ı Kerim ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını söyleyen, ulusalcı olduklarını ifade eden arkadaşlarıma meselenin sadece inançla sınırlı olmadığını anlatmaya gayret ediyorum.
Ödemiş’imiz için, ülkemiz için elinden gelen hizmeti esirgemeyen, toplumsal hafızaya değer veren, insan ayırt etmeden iyilik için çırpınan her bir bireye müteşekkiriz vesselam.
Bakmadan Geçme





