MARTIN SONU BAHAR

Farkettiniz mi hiç, çevrenizde hayatından memnun olan kaç kişi var… Hayat pahalılığından yakınıyoruz, sağlık giderlerinden memnun...

Farkettiniz mi hiç, çevrenizde hayatından memnun olan kaç kişi var… Hayat pahalılığından yakınıyoruz, sağlık giderlerinden memnun değiliz, eğitimden memnun değiliz, sosyal haklardan, işimizden, satışlardan, maaştan memnun değiliz… Her şeyimiz olumsuz, kahve köşelerinde en basit sohbetlerimiz dahi “İzmir’e gitcektim gidemedim”, “param gelcekti gelmedi”, “börülce yiyemedim ganım ağrıyo” şeklinde hep olumsuz sözlerle başlıyor…

Peki ne yapıyoruz aslında, şikayet, yakınma, kabulleniş tekrar şikayet. Böyle gidip duruyor… Çözüm odaklı hareket etmiyor, çözümün bir parçası olmuyoruz, beraber hareket etmeyi, bir bilene danışmayı, öğrenmeyi, çalışmayı, üretmeyi bilmiyoruz. Ağlayıp sızlamaktan, yakınmaktan başka… Bu davranış giderek, öğrenilmiş çaresizliğe, boyun eğmeye de yöneltiyor insanı ne yazık ki.

Çoğumuzun ilk derdi geçim sıkıntısını nasıl aşarım iken, birilerinin zenginleşmesi, servetine servet katmasını izlemek de tuzu biberi oluyor… Yoksa birbirimize mi inanmıyoruz? Aslında güveniriz birbirimize de, birbirimize olan inancımızı yıkmak için çabalayanlar çok. Böl parçala yönet, ayrı ırktan, ayrı şehirden, ayrı mezhepten, ayrı meslekten ayrı partiden diye diye ayırıyorlar ötekileştiriyorlar hep bizi… Çünkü bizi ayırdıkça birileri kazanıyor…

Bu bir arada mutlu ve refah yaşama inancımızı yıkmak isteyenler yine ilginçtir inançları kullanıyorlar, gerçekte dindar olmayıp din bezirgânlığı yapan bu dinciler kimler mi mesela;

Dindar insan dürüsttür, dinci ise sahtekârdır,

Dindar insan dinin kurallarına uyar, dinci ise dini kendi çıkarları için kullanır,

Dindar insan mütevazıdır, gösteriş yapmaz ibadetini gizli yapar, dinci kalabalık içinde göstermelik ibadet yapar,

Ve Dindar insan genelde de yoksuldur, ekmek parasını alın teriyle kazanır, dinci ise zengindir çoğu, insanların yüzlerine din iman der, arkadan parayı götürür…

Bir ülkede çöpleri köpeklerden önce insanlar karıştırıyorsa, o ülkede refahtan bahsetmek olanaksız. Maalesef ülkemiz de bu hale geliyor. Artık yeter diyebilmek, hak aramaktır, çözüm aramaktan korkmayın. Yoksa değişen bir şey olmayacak.

Bir kamyon patates satıp bir cep telefonu alabiliyoruz. Çiftçimiz bazı yıllar tohumluk patatesini bile kazanamıyor ama mutlaka cep telefonu alıyor. Tarım ve hayvancılıkta dünyanın en verimli ve yoğun üretimi yapılan havzamızda çiftçiye destek yerine yatlara mazot indirimi yapılıyor, şeker fabrikaları kapatılıyor, sebze tanzim satışları açılıyor.

Dünyanın marsa gittiği, yapay zekâlı robotlar ürettiği bir dönemde muktedirler, Ödemiş’te İslami İlimler Fakültesi, Gaziantep te İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi kuruyor…

Devlet fabrika mı işletir dediler hepsini sattılar. Türk Telekom’u, Tekel’i, Tüpraş’ı, Petkim’i Tariş’i, Çukobirlik’i, Fiskobirlik’i, Sümerbank’ı, Et Balık Kurumu’nu, Şeker fabrikalarını satıp, domates, biber, patlıcan satmak için tanzim satış yerleri açıyorlar ama bedava kek ve çay vadediyorlar. Oysa üreticiye destek verilse, domates biber daha ucuz olur, domates biber satan bedava çay ve keke muhtaç kalmaz, kendi kazancıyla alır, çiftçi de kazanır, çaycı da pazarcı da…

“İstanbul’a ihanet ettik”, “Ankara’yı parsel parsel sattık”, İzmir’e gavur diyenler, Bursa’yı en borçlu belediye yapanlar, seçilmiş belediye başkanlarını istifa ettiren, kayyum atayanlar aslında bilin ki bu yaz da çay ve kek vadetmeye devam edecekler…

Ama bu yazdan önce bir bahar var, artık yeter diyorsanız, çözümün bir parçası olayım değişsin diyorsanız, 31 Martta sandıkta bahar var.

Başka Türkiye, başka Ödemiş yok…

Gönülleri kazana kazana, komşumuzun, arkadaşımızın, akrabamızın gönlünü ala ala, artık yeter.

Martın sonu bahar…

Bakmadan Geçme