Zulüm Gören Bir Halkın Zulmü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
  1. Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen önce Almanya, Rusya ile bir saldırmazlık paktı imzaladı. Almanya bu antlaşma sayesinde doğudan bir saldırı gelmeyeceğini bilerek Polonya’yı rahatça işgal etti ve II. Dünya Savaşını da başlatmış oldu. Hatta Stalin güçleri Polonya’nın boyun eğdirilmesi ve bölünmesine yardımcı oldular. Rus-Alman iş birliği bir buçuk yıl boyunca devam etti. Bu süre zarfında Naziler işgallerini genişletti. Hatta Fransa’yı altı hafta gibi kısa bir zamanda fethettiler. Ancak Hitler’in gözü sadece açıkça işaret ettiği topraklarda değildi. Kendi halkı için doğuda da “lebensraum” yani yaşam alanı kazanmak istediği için Sovyetler Birliği’nin işgali için hazırlıklara girişilmesini emretti. Irksal olarak aşağı kabul ettikleri Slav halkını köleleştirmek, Rus topraklarını Almanlaştırmak ve elbette ki ekonomik olarak sömürmek için Nazi Almanyası Haziran 1941’de Rusya’ya saldırdı. Polonya’nın komşusu olan Belarus, o zamanlar Sovyetler Birliği’ne aitti. İşgal ilk bu topraklardan başlayarak ilerletildi.

Savaş sırasında milyonlarca sivil zarar gördü. Belaruslu Gazeteci Yazar Svetlana Aleksiyeviç, o acı günlerde yaşananları Nazi işgali sırasında henüz çocuk olan kimselerin anılarından oluşturduğu “Son Tanıklar- Çocukluğa Aykırı Yüz Öykü” adlı kitabında kaleme aldı. İnsanların çocuk hafızalarına kazınan gerçekler savaşın acı yüzünü eserde şu ifadelerle göstermektedir:

“Yemeklerde… su yiyorduk… Öğle yemeği saati geliyor, annem masaya bir tencere sıcak su koyuyordu. Biz de o suyu çorba kâselerine koyuyorduk. Akşamleyin. Akşam yemeğinde. Masada bir tencere sıcak su oluyordu. Sade sıcak su, kışın da suyu renklendirecek herhangi bir şeyimiz yoktu. Çimen bile olmuyordu. Erkek kardeşim açlıktan duvardaki taş fırının kenarını yemişti. Biz fırının kenarında çukur oluştuğunu fark edene dek her gün, her gün kemirmişti fırını.”

“Babamın aldığı ilk botları ayağıma giydiğim anı hâlâ hatırlarım… Faşistlerin uçakları Orşa’yı bombaladığında, babamla birlikte kenti terk ederken işte o botlar vardı ayağımda. Kentin dışına çıktığımızda bize yakın mesafeden ateş açmışlardı. İnsanlar teker teker yere düşüyordu… Kumlara, çimenlere… Kapat gözlerini oğlum, sakın bakma demişti babam. Uçakların kapkara rengini göreceğim diye gökyüzüne bakmaya da korkuyordum, yere bakmaya da; her yan ölü doluydu. Hemen üstümüzden bir uçak geçti… Babam da yere yuvarlandı ve kalkmadı ayağa. Yanına çöküvermiştim: Baba, gözlerini aç… Baba gözlerini aç… Birileri haykırdı: Almanlar! Ve beni peşleri sıra sürüklediler. Babamın bir daha asla ayağa kalkamayacağını ve onu yolda, o toz toprağın içinde bırakmam gerektiğini almamıştı aklım.”

“Minsk bombalanmaya başlamıştı… Alman bombaları çeşitli sesler çıkararak ulumalar eşliğinde uçuyordu… Önce evler tek tek yanmaya başladı, sonra bütün kent alev aldı… Savaştan kaçan mülteciler, kafileler halinde birbirini izliyordu… Sonra biri haber verdi; yolun ilerisi Alman motosikletlileri tarafından kesilmişti… Kendi sokağımıza koştuk… Daha birkaç gün önce burası yemyeşildi, çiçekler vardı her yanda, ama artık her yan yanmış yıkılmış… Bütün sokak yanıp kül olmuştu. Nineler dedeler ve çok sayıda küçük çocuk yanmıştı, çünkü diğer herkesle birlikte kaçmamıştı onlar, kendilerine dokunulmayacağını düşünmüşlerdi. Ama yangın kimseye merhamet etmemişti. Yürüyorsun, yerde kapkara bir ceset, yanan yaşlı bir adam demek. İleride, küçük, pembe bir şey görüyorsun, demek ki yanan bir çocuk. Kömürleşmiş kalıntılar üzerinde pembe pembe yatıyorlardı…”

“Çocuk toplama merkezinden yetimhaneye nakledilmiştim, yetimhane tıp fakültesinin hemen karşısındaydı, tıp fakültesinin içinde Alman hastanesi vardı… Bizden kan almaya geldiklerinde herkes bir yere saklanırdı… çocuklar yataklarının altına girerdi ama onları oradan çekip çıkarırlardı. Kandırırlardı çocukları. Bazen bir parça ekmek verirlerdi, bazen bir oyuncak gösterirlerdi… Ufak bir oğlanın yatakta yattığını hatırlıyorum; elinde bir kalem vardı, yataktan sarkıyordu eli ve elindeki kalemin üstünden kan akıyordu. Diğer çocuklar ise ağlıyorlardı… Alman doktorlar, beş altı yaş altı çocuklardan alınan kanın yaralıların iyileşme sürecini hızlandırdığına kanaat getirmiş. Gençleştirici bir etkiye sahip olduğu iddiasındalarmış. Bunu sonradan öğrendim ben… elbette ki, sonradan…”

“Kız kardeşimi sabahleyin götürüp akşama geri getiriyorlardı. Her geçen gün mum gibi eriyordu. Annem ona sorular sorup duruyordu ama kız kardeşim hiçbir şey anlatmıyordu. Ya çocukları tehdit edip korkutmuşlardı ya da hap gibi bir şeyler vermişlerdi, ama kardeşim hiçbir şey hatırlamıyordu. Sonradan onlardan kan aldıklarını öğrendik. Çok fazla kan aldıkları anlaşılıyordu, birkaç ay sonra kız kardeşim öldü. Sabahleyin ölmüştü, çocukları tekrar götürmeye geldiklerinde, kız kardeşim artık hayatta değildi.”

“Su yok, ısıtma yok, elektrik yok. Ama en beteri açlık. Düğme çiğneyen birini görmüştüm. İrili ufaklı düğmeleri çiğniyordu. İnsanlar açlıktan akıllarını yitirmişti artık… Hatırlamıyorum… Kendi kedini ya da köpeğini yiyebileceğin fikri, bana ne zaman normal gelmeye başlamıştı. Ne zaman bir yaşam tarzına dönüşmüştü. O anın izini süremiyorum.”

“O kuşatma sürecini yaşadıktan sonra… Biliyorum ki her şeyi yiyebilir insan. Toprak bile yemiştik. Bombardıman sırasında yanıp yerle bir olan Badayev erzak depolarından alınan toprak satılıyordu pazarda; üzerine ayçiçeği yağı dökülen toprak ya da yanık marmeladın kokusunun sindiği toprak, bilhassa kıymetliydi. Her ikisi de daha pahalıya satılıyordu. Annem en ucuza satılan topraktan alabilmişti, üzerinde salamura ringa balığı fıçılarının durduğu topraktı bu, tek özelliği tuz kokmasıydı, ama hiç tuz yoktu içinde. Bir tek ringa balığının kokusu vardı.”

“Öyle hemen sona ermedi savaş… Dört yıl deyip geçiliyor. Dört yıl boyunca mermi yağdırdılar bize… Peki ya unutmak; o ne kadar sürdü?”

Velhasıl Rus halkı ve o topraklarda yaşayan diğer halklar Nazi ideolojisi doğrultusunda işgal edilen yerlerde akıl almaz sıkıntılar yaşadı. Milyonlarca insan savaştan, açlıktan, kıtlıktan, salgın hastalıklardan, kötü koşullar altında yaşamaktan, işkenceden, kurşuna dizilmekten ve benzeri sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. Ancak yazıktır ki geçmişinde bu kadar acı çekmiş bir halk günümüzde kendi ideolojisi uğruna ve Neo-Nazilere karşı savaşıyoruz diye bir kılıf uydurarak Ukrayna topraklarını bombalamakta, gözünü kırpmadan sivil halkı da vurmaktadır.

 

Zulüm Gören Bir Halkın Zulmü