Yolculuk

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Uzun ve kesik kesik öksürük sesleri geliyor arkadan. Birinin güç ve nefes alan hırıltılı hali canlanıyor gözümde. Belki bir kadın, belki bir erkek. Orta yaşı çoktan geçmiş.

Mırıltılı konuşmalar arada bir yükselip netleşiyor, başka seslerle bölünüyor. Başka öksürüklerle.

– He, diye onaylıyor biri diğerini.

– He…

Yan tarafta okaliptüs, çam, zeytin ağaçları akıp gidiyor. Son yağmurlar ağaç altlarını yeşertmiş. Çimenler yürümüş. Gelen kış değil de bahar sanki. “Bereketli Topraklar Üzerinde” diyorum. Bu bir roman olmalıydı. Yazarını şimdi anımsamadığım. “Bereketli Topraklar Üzerinde”. Yıllar öncesinde bu yol boyunca kar beyaz çiçek açmış pamuk tarlaları olurdu. Şimdi o masalımsı tarlalardan eser yok. Pek çoğu, yerini inşaatlara bırakmış. Kum, çakıl, demir yığınlarına bırakmış yerini.

– Evvel gavurların meyveyi tek tek aldıklarını duyardık. Bir elma, iki portakal, diyor yaşlı adam yanındaki gence.

– Şimdi aynı şey buralarda da oluyor.

Bunca bereketli topraklar üzerinde taneyle meyve tüketmeyi düşünüyorum. Bu çok gelişmişliğimizin mi bir göstergesi yoksa az ürettiğimizin mi acaba? Yanıtı aramak kolay. Bulmak da öyle.

Aklıma babam geliyor. Lise yıllarımda pazardan aldığı meyve sebzeler için ettiği şikayet geliyor.

– Hiçbir şeyin de tadı tuzu kalmadı. Her şeye suni gübre atıyorlar. Her şey saman gibi. Tatsız tuzsuz.

Birkaç gün öncesinde GDO’lu ürünlerin çoğalacağını yazıyordu bir gazete. Babam da eskisi kadar yemeyi sevmiyor. Aradan çok zaman geçti. Biz bile artık eski tatlardan bahsediyor isek varın gerisini siz düşünün.

Şimdi sadece motor sesi geliyor. Koridorda ilerleyenler var.

Çoğu uykuya dalmış bile. İki saatlik yolu uyuyarak geçirmeyi planlamışlar. Derin bir sessizlik içinde ilerliyor tren, kontrol memuru:

– Biletler kontrol, diyor.

Kendisine uzatılan biletlerin barkodunu elindeki cihaza okutup iade ediyor.

– Yolculuk nereye?, diye soruyor biri. Verilen yanıtı duymuyorum.

Artık gözüm dışarıda. Dalında sararmış ayvalar göz alıcı.

Yerlere saçılmış kağıtlar, petler, naylonlar, ambalaj atıkları. Bunlar da her resmin vazgeçilmez figürleri sanki. Nereye ne zaman giderseniz gidin. Resmin bir karesini de mutlaka bunlar dolduruyor.

Bir sonraki istasyona gelmişiz.

İstasyon binaları, lojmanları her zaman yüzümü gülümsetmiştir. Kendilerine has mimarileri, bahçelerindeki çamlar ve çınarlar. Bu çokluk tek katlı yapılar ne de sevimlidir. Sanki kapıyı açıp içtenlikli, güler yüzlü bir yaşlı teyze, elinde bir tepsi dolusu çayla çıkıverecekmiş gibi.

Etrafta çınar yaprakları geziniyor. Sonbahar rüzgarı, oradan oraya savurmada her birini.

Sarman bir kedi, yolcuların ayaklarına sürtüyor başını. Belki bir selamlama bu. Belki bir uğurlama. Bir tekir, güneşin tadını çıkarıyor bir kuytuda.

Tren, tekrar hareket ediyor. Konuşmalar çoğalıyor. Ardından gülüşmeler. Sesler gürültüye dönüşüyor. Anlamsızlaşıyor. Artık kimin ne dediği seçilmiyor.

Genç, gözlüklü bir kadın çalan telefonunu arıyor çantasında. Bulamıyor. Telefon çalmaya devam ediyor. Kadın telaşlı:

– Hay Allah, diyor. Nerede bu kahrolası?

Yollarınızın sevgi, barış ve güzelliklere ulaşması dileklerimle.

Sevgi, dostluk ve umutla.

 

Yolculuk