Yeniden

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu sefer ara uzun oldu. Bir süreliğine diye ara vermem, tamamıyla bilinçli bir tercihti. Ülkemizde oluşan kutuplaşmanın getirdiği yüzeysellik, akıllı telefonların hızla yayılması ile sosyal medyanın da hayatımıza girdiği dönem ile çakıştı. Belki de sosyal medya nedeniyle kutuplaşma derinleşti.

Bu ilk dönemlerde birçok kavram, içi boşaltılmış olarak hoyratça kullanıldı. Söylemler ve paylaşımların “kopyala yapıştır” tarzında tekrardan ibaret olduğunu gördük: Çoğu da birkaç satır ya da cümleden ibaret. Birçok kişi o güne kadar bırakın okumayı, adını bile duymadıkları yazarlardan, felsefecilerden alıntılar paylaştı. Buna karşı değilim lakin içselleştirilmemiş paylaşımlarla kendini ifade etmenin çelişki olduğunu düşünüyorum. Aynı sözü paylaşanların oturup bir çay içimi sohbet edemeyecekleri kadar büyük bir çelişki.

Güzel bir söz vardır: Bir dervişin fikri ne ise zikri de odur. Ama fikir sahibi olmak için de bilgi ve düşünme gereklidir. Maalesef birçok söyleme baktığımızda bilgiye dayalı düşünce ürünü olmadığını görüyoruz. Bu süreç, bahsi geçen yanılsamaya düşenlerin sorunu gibi gözükmesine rağmen hepimizi ilgilendiren önemli bir sonucu olmuştur: Yeni bir lümpen sınıfının oluşması.

Onlar için her şey kolaydır. Birkaç beylik söz ya da karşı tarafa hakaretamiz sözler söylemek, belli sayıda takdir için yeterlidir. Başkaca bir şey yapmaları gerekmez, zahmetsiz ve kolay ama davulun sesi uzaktan hoş gelir. İlk sohbette söylemlerin içinin doldurulamadığının ortaya çıkması ile kendini gösterebilmenin yeni arayışları başlar.

“Bir açığını bulsam da laf soksam, kendimi göstersem” ya da “Biri düşse de gülsem” ya da “Gidip bir tekme de ben atsam.” Düşünceler kopyala yapıştırmadan öte değil, yani ergen daha, olgunlaşmamış. İyi şeyler düşünüp yapabilme bilgeliği, yeterliliği, cesareti gelişmemiş. Üstelik laf soktuğu zannıyla insanları rencide ettiğinin farkında bile değil. Mizahla küçümsemeyi, hor görmeyi karıştıracak kadar da aymaz.

Yukarıdan beri belirttiklerimiz dışında gerçekten bir şeyler üreten insanların olduğunu da görmezlikten gelemeyiz. Ortak özellikleri; itirazları, eleştirileri olmasına rağmen bunları dillendirmekle yetinmemeleri, üretmeyi, bir şeyler yapmağı tercih etmeleridir.

Hemen ilk aklıma gelenleri belirtmeden geçmek istemiyorum ki sayıları artsın. Mesela rahmetli Ömer Akşahan, kitap ve dergi okuma oranları üzerinden kolayca prim yapmaktansa tek başına “Tmolos” adlı edebiyat dergisini kişisel çabaları ile çıkarmıştır. Veli Sevin, “Tarihe sahip çıkılmıyor” eleştirileri ile ortalıkta dolaşmak yerine emekli olmasına rağmen 76 yaşında Türkiye’yi karış karış gezerek arkeoloji alanında çalışmalarını sürdürüyor. Yüksel Balcı, basın özgürlüğü üzerinden kolayca elde edebileceği popülarite yerine 82 yaşında bir basın emekçisi olarak çalışmasını sürdürüyor.

Emin Başaranbilek, sanata olan olumsuz yaklaşımları dillendirerek değil, ÇEKÜL ile birlikte Birgi için çalışmasını 75 yaşında sürdürmektedir. Ruhi Ödev, 71 yaşında olmasına rağmen fotoğraf sanatıyla ilgili çalışmaları yanında açtığı kurslarla bu sanatın yayılmasına çalışmaktadır. Selahattin Bağlı, “Doğaya, yeşile önem verilmiyor” diye çevreci söylemlerle yetinmek yerine onca işinin arasında önceleri TEMA Ödemiş Temsilciliği, şimdilerde ise KOZA DER ile hem ağaçlandırma çalışmaları yapmakta ve hem de erozyonla mücadele etmektedir. Tayfun Bengi mesela, eğitimin içinde bulunduğu durumla ilgili sendikal faaliyetleri ile yetinmeyip görev yaptığı okulla ilgili çalışmalarını devam ediyor.

Bu isimler çoğaltılabilir. Ulusal ve yerel gelişme için çoğalmaları da gereklidir ama bunların yerine eleştirmekten başka bir şey yapmayan, devamlı bir şeylerden şikayet etmesine rağmen hiçbir zaman elini taşın altına sokmayan, bir fikir, bir çözüm üretmemesine rağmen bu yeni tarz lümpenlerin popüler olması gelecek adına üzücü bir durum.

Yeniden