ÜRETENLERDEN misiniz? TÜKETENLERDEN mi?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hayatın yüksek temposu, bazen size ulaşması gereken yazılardan beni mahrum ediyor. Öncelikle bu aksaklık yüzünden lütfen özürlerimi kabul edin. Haklı olarak takibini esirgemeyen sevgili okurlar, konuya yönelik eleştirilerini bize iletiyorlar. Aslında bu, bizi fazlasıyla memnun ediyor. Çünkü takip edilmek ve okunur olmak, bir yazarı en çok motive eden gerekçedir.

Malum, köşemizin başlığı “Ekonomi” olunca işin içine hepimizin temel konusu olan iş ve aş giriyor. Neredeyse yaşadığımız günün en yoğun gündemi, ne kadar karlı ve zararlı geçirdiğimizle alakalı oluyor. Elimize kağıt ve defteri almasak da evimizde gün sonunda dinlenirken yaşanan günün ve yarının muhasebesi yapılıyor. “Bugün elime ne kadar para geçti?”, “Yarın ne kadar ödemem var?”, “Geleceğe dair para biriktirebiliyor muyum?” gibi onlarca sorular. Bazen aklıma geldikçe ilk parayı bulan Lidya kralı Alyettes’e isyan ediyorum. Halbuki insanlar, ihtiyaçları için takas ederken daha adil ve hakkaniyetli oluyorlarmış. Kimse gücünden fazlasını harcamazken kimse de hakkından fazlasını elde edemiyormuş. Belki ekonomik anlamda Kral Alyettes, çok radikal bir sürece imzasını atmış olabilir ama şu anki paraya odaklı ekonomik düzen, milyar dolarlı zenginleri yaratırken açlıktan kırılan toplumları da yarattı. Yani açıkça para denilen araç, düzen yerine kaosu oluşturdu.

Gelelim bu parayı elde edebilme adına bölgemizde yaşananlara!

Yerel basınımızda çıkan işyeri açılışlarına özellikle dikkat ederim. Dinlence ve tüketim odaklı bir işyeri mi yoksa üretime dayalı, personel barındıran bir işletme mi diye.

Ne yazık ki açılan tüm mekanlarımız, üretimden çok tüketime odaklı işyerleri. Kafeler, restoranlar, kıraathaneler, satış mağazaları, kuaförler vs. Bu tür ticaret alanlarının çok olması, belki de turizm odaklı bir ekonomik yapının sonucu olabilir fakat o da bizde tam olarak yok. Her ne kadar gezi turlarının bölgemizde çokça yer aldığı görülse de bu, sadece üç ayımızı kapsıyor. Yani bahar aylarını. Ne yaz ne de kış odaklı bir turizm altyapımız, maalesef mevcut değil. 12 ayımızı kapsayan bir ekonomik hareketliliğimiz orta yerde yok. Tarımsal anlamda velinimetimiz, dünyanın en verimli üçüncü ovasına sahibiz ama bu verimi ekonomik zenginliğe ulaştıracak ne bir pazarımız ne de sanayi alanımız var. Karnımız kolayca doyuyor, yediklerimiz bolca önümüzde ama ne uzuyoruz ne de kısalıyoruz. Bir kilo elma sattım, elde ettiğim parayla iki kilo elma aldım derken manav derken tüccar oldum anlayışımız yok. Boş zamanlarımızda ekstra ekonomik hamleler yapmak yerine yan gelip yatmayı daha çok seviyoruz. Bu yönden bakıldığında iş alanı oluşturmamız ve işçi çalıştırmamız sınırlı sayıda kalıyor. Bu yüzden mevcut anlayışı değiştirmek için yıllarca çaba sarf etmek yerine bölgemizde dış yatırımı cazip kılacak hamleler yapmalıyız. Organize sanayi bölgesi, bu hamlelerden birisi fakat bu konuda da siyasi sebeplerden ötürü çok geride kaldık. Küçük Menderes Havzası’nı dışa açacak yol projelerimiz halen hayata geçmiş değil. Bu durum, dış yatırımı yapacak sanayicileri haklı olarak haliyle çok düşündürüyor.

Ekonomi, aslında çok da karışık bir olgu değildir. Alırsınız satarsınız, üretirsiniz satarsınız aradaki fark cebinize girendir. Bununla da ihtiyaçlarınızı karşılarsınız. Bu kadar basit. Unutmayın, para hiçbir zaman gökten size zembille inmeyecektir. Tam da yerindeyken aklımda kalan önemli bir sözle bu bahsi kapatalım. J.J. Rousseau der ki;

“Eldeki para, hürriyetin aletidir. Fakat peşi kovalanan para, tam tersine kölelik aletidir.”

ÜRETENLERDEN misiniz? TÜKETENLERDEN mi?