Mona Sahlin, 1982 yılında İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nden o dönem ülkenin en genç milletvekili olarak seçildi. Daha sonra partisinde yükselen kariyeri ile dikkatleri üzerinde çekti. Geleceği parlak bir siyasetçi olarak görülüyordu.
1995 yılında dönemin başbakanı ve Sosyal Demokrat Parti genel başkanı Ingvar Carlsson’un istifasıyla birlikte daha farklı bir duruma ulaşacaktı. Mona Sahlin, Ingvar Carlsson’un yerine geçebilecek tek aday olarak görülüyordu. Ne var ki, 1995 yılında beklenmedik bir gelişme yaşandı.
Sosyal medyada ve çeşitli haber sitelerinde Mona Sahlin ile ilgili üst üste haberler paylaşılıyordu. Mona Sahlin devletin tahsis etmiş olduğu kredi kartıyla kendisine toblerone marka bir çikolata satın almıştı. Bizde olsa “Ne var bunda” diyerek geçiştirilecek bu olay İsveç’de büyük bir skandala dönüştü. Normalde İsveç’te devletin tahsis etmiş olduğu bu kredi kartlarıyla kişiler kendilerine, parasını birkaç gün içinde iade etmek kaydıyla, bir şeyler alabilirlerdi. Daha sonra bir haber sitesinin hafta sonu sayfasında Sahlin’in çikolatadan başka alımlar yaptığı da iddia edildi. Sosyal medyada arkası kesilmeyen bu paylaşımların etkisiyle Mona Sahlin hakkında soruşturma başlatıldı. Daha sonraki günlerde İsveç basınında bu olay Toblerone Vakası olarak anılmaya başlandı.
Toblerone Vakası, Sahlin’e güç kaybettirdi. Parti başkanlığı yarışından çekildi. Düzenlediği basın toplantısında, “Kendi faturalarını ödemeyen birinin başbakan olması mümkün mü?” diye sordu ve kendi yanıtladı; ”Elbette değil” diyerek kabinedeki görevlerini bıraktı, bir süre siyasi kariyerine ara verdi. Konuya ilişkin soruşturma 1996 yılının Ocak ayına kadar sürdü. Sonuç olarak soruşturmayı sürdüren Başsavcı Jan Danielson herhangi bir suçun işlenmediğine kanaat getirmişti. Sahlin, devletin kendisine tahsis etmiş olduğu kredi kartıyla yaptığı tüm özel harcamaların tutarını hazineye geri ödemiş hatta fazladan 15000 kron ödeme yapmıştı. Başsavcı benzer durumların daha önce de yaşandığına işaret etmiş ve Sahlin’in yasa dışı bir eylemde bulunmadığına karar vermişti. Sahlin aklanmıştı ama, Sahlin’e duyulan güven zaman içinde azalmıştı. Kimileri de başsavcının verdiği kararı eleştirmiştir.
Sahlin, 1998 yılında tekrar siyasete döndü. 2006 yılına kadar kurulan kabinelerde bakanlıklar yaptı. 2006 yılında yapılan genel seçimlerin ardından Sosyal Demokrat Parti hükümet dışı kaldı. Parti genel başkanı Persson istifa etti. Sahlin, genel başkan seçildi. Parti tarihinde ilk kadın genel başkan oldu. Sosyal Demokratlar Sahlin’in ilk kadın başbakan olacağını umuyorlardı. Ancak dört yıl sonra yapılan genel seçimlerde alınan başarısız sonuçtan dolayı Sahlin parti liderliğinden çekildi.
***
Ülkemiz dışından örnek, gerçek siyasi bir olay.
Aynı olay bizim ülkemizde olsa ne olurdu? Hakkında yolsuzluk iddiaları olan bir siyasetçi, olayı pişkinliğe getirip üstünü örtmeye çalışarak görevini sürdürür müydü yoksa istifa ederek aklanmaya mı çalışırdı?
Çoğunuzun, “Ne var bunda” deyip geçiştirilir, dediğinizi duyar gibiyim.
Bir başsavcı iktidar mensubu bir bakan hakkında soruşturma açabilir mi? Açarsa sonuç ne olur?
İktidar ve muhalefet mensuplarıyla ilgili sosyal, yazılı ve görsel medyada onca yolsuzluklar dile getirilmektedir. Bunlarla ilgili soruşturmalar yapılıyor mu yoksa görmezlikten, duymazlıktan mı geliniyor?
Yolsuzlukları bulan müfettiş ve savcıların yerlerinin hemen değiştirildiği haberleri medyamızda yer almaktadır.
Bunların gerçek payı var mıdır?
Bu haberler doğal olarak savcılarımız için caydırıcı olmaktadır.
Bir de bizim siyasi parti liderlerimiz başarısız olunca neden istifa etmez, koltuğunu korumak için çeşitli siyasi manevralara başvurur? Koltuk bu kadar tatlı mı ki? Seçilen, koltuğa yapışıp bir daha kalkmak istemiyor?
Sorulacak daha çok soru var da, yerimiz hepsini sormaya elvermiyor.
Sevgi, saygı ve mutluluklar.