Pastırma yazı

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ekim ayı, asıl sonbaharın yaşandığı zaman dilimidir yöremizde.

Bu ay hasat ayı; verimli ve bereketli. Köyde, bağda, bahçede sıkıntıyla yetişen ürünler, ambara tatlı bir heyecanla taşınır. Köy yolları toza bulanır.

Yola sabahın erinde çıkarsanız kamyon, traktör kasalarında havanın serinliğiyle poşularını başlarına sarmış, kadın erkek birbirine sokulu insanlar görebilirsiniz.

Araçla yolculuk yaparken bir traktörü sollayamadan gitmek durumunda kalırsanız benim gibi yaparsanız sıkılmazsınız. Çünkü ben, onların yaşadığını sıkça yaşadım. Tekke köyünde patates ektik. Eğer bugün çiftçileri az da olsa anlıyorsam bunu o günlere borçluyum.

Bizi hızla sollayıp geçen her aracın caka satmadığını, belki de bir hastayı doktora yetiştirmek zorunda olduğunu düşünmeliyiz. Yoksa neden onlar da bizim gibi seher vakti yola düşsünler ki!

İnsanlar araçlarıyla değil, konumlarıyla yorumlanmalı…

* * *

Yıllar önce bu ülkede peş peşe bankalar battı. Bunlardan biri de Demirbank’tı.

Bu batışı duyduğumda ilk aklıma gelen şey, bankanın radyo reklamıydı: “Bugün pazartesi, Demirbank hayırlı işler diler!” Artık o güzel dileği duyamayacaktık.

Sonra da bu bankayla ilgili bir senaryo oluştu kafamda.

Örneğin, banka batmadan bir gün önce genel müdürüyle görüşmek istesem ne tür engeller çıkardı karşıma?

İlk olarak genel müdürlük güvenliği; sonra genel müdür sekreteri ki -ince, uzun, sarışın ve pilates yapar- görüşme konusunu uzun uzadıya anlatmak zorundasınız! Konunun önemini kavrayabilirse görüşme randevusu koparırsınız ancak fazla da umutlanmayın çünkü genel müdür toplantıda ya da -puro keyfi çatarken rahatsız edilmek istemez- “meşgul efendim” diyerek geri çevrilirsiniz.

Yani sizin sıradan bir müşteri olarak hiçbir zaman genel müdürle görüşme şansınız olamaz.

Halk deyişi, “Allah’ın sopası yok”; bir de bakarsınız Ağrı Dağı zirvesinde, işveli sekreteri dahi aşılamayan o genel müdür hazretleri, ertesi gün işsiz kalıvermiş!

* * *

Ne olursan ol, bulunduğun yer cumhurbaşkanlığı makamı da olsa övünme, gururlanma! Günün birinde esen bir yel, gelen bir sel her şeyi alıp götürebilir. Her şeyden önce iyi insan olmalı, insanı sevmeli, kendimize istediğimizden daha çoğunu rakiplerimiz için isteyebilmeliyiz!

Günün birinde şöyle bir dilekte bulunabiliriz: “Tanrım! Ona öyle çok para ver ki para saymaktan yorulsun da beni unutsun!”

İnsanın en büyük erdemlerinden biri de savaşta kurşun sıktığı düşmanı yeri gelince kucaklayabilmesidir. Atatürk’ten Yunan bayrağını çiğnemesi istendiğinde nasıl reddedip onu yerden aldıysa bizi sevmeyenlere beddua değil, bizi unutturacak uğraş edinmelerini dileyebiliriz. Ayrıca makamların insanı ezme yeri değil, hizmet yeri olduğu da unutulmamalı.

* * *

Her yazarın bir pastırma yazı; ürünlerinin hasadını yapacağı mevsim ki onu sabırla bekler. O mevsimde ambarından çıkarıp okuyucuya sunar. Dünyada bunun pek çok örneği var. Ama kimi genç yazar, -yaşam yükünü taşıyamadıklarından mı- yeterince olgunlaşmamış ürününü ortaya çıkarır ve sonra da kolay yoldan ölümsüzlüğe uzanmak isterler…

***

Bu yazıyı ‘Sonbahar Soloları’ adlı deneme kitabımda yayımladığımdan bu yana sekiz yıl geçmiş. Okuduğumdan bu yana değişen, sadece Elmabağ’ın adı. Bugün aynı köy, tarihsel adıyla yani Tekke olarak tanınıyor. İsim değiştirme konusunun değişen iktidarlarca yapılıyor olması, ancak kafa karışıklığına yol açıyor. Yazarın buna yapacağı bir şey yok maalesef.

Her yazar, yayımladığı kitabındaki yapıtları -şiir, öykü, deneme, roman- yeniden okutabileceği düzeyde kaleme almayı hedef seçmelidir kendine.

Pastırma yazı