Medeniyet mi, zulüm mü?

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
  1. yüzyılın ikinci yarısında bir kralın sebep olduğu katliam, insanlık tarihinin en korkunç ve utanç verici olaylarından biri olarak tarihe geçti. Belçika Kralı II. Leopold, 1865 yılında Belçika tahtına çıkığında zamanın çoğu devlet yöneticisi gibi bir ulusun büyüklüğünün sömürgelerinden elde edebileceği kaynaklar olduğu fikrine inanıyordu. Bu amaçla denizaşırı bir imparatorluk kurma konusunda büyük hırslara sahipti. Amacı belli olan kral, hedef olarak Afrika’nın ortasındaki Kongo’yu seçti ve burayı işgal etmeye çalıştı ancak parlamento, onun bu arzusuna karşı çıktı. Bunun üzerine Leopold, çözüm için hemen ustaca bir formül geliştirdi. Eylül 1876’da Brüksel Coğrafi Konferansı’nı düzenledi. Bu konferansa birçok coğrafya uzmanı, kaşif, misyoner, dil bilimci ve iş adamı katıldı. Kral, konferansın açılış konuşmasında köle ticaretini ortadan kaldırmanın, kıtaya ticaret ve kültürün faydalarını getirmenin öneminden söz etti. Bunu sağlamak için Orta Afrika’da belirli istasyonlar kurulmasını önerdi. Böylece kaşifler, misyonerler, bilim insanları ve tüccarlar buraları üs olarak kullanabileceklerdi.

Planı yönetmek ve uygulamak için bir yardım cemiyeti gibi görünen “Uluslararası Afrika Derneği” kuruldu. Senaryo, günümüzde olduğu gibi geri kalmış bir yere medeniyet götürmekti fakat asıl amaç, bölgenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden faydalanmaktı. Dönemin ünlü kaşiflerinden Henry Morton Stanley, Kongo’ya gönderildi ve burada Belçika adına bir sömürge yönetimi kurdu. 1885 Berlin Konferansı’nda Kongo, tamamen Leopold’un toprağı olarak tanındı ve bir Avrupa devletinin kolonisi olmaktan ziyade Belçika kralının istediği her şeyi yapabildiği özel mülkü haline geldi.

Kongo, Belçika topraklarından yaklaşık 80 kat daha büyüktü. Zengin mineral ve tarım kaynaklarına sahip olan geniş bir plantasyondu. Koloniler kurulduktan sonra Belçika, önce fildişi ticaretine girişti. Fildişi, birçok alanda kullanılan bir malzemeydi ve çok değerliydi. Bu değerli malzemeden çeşitli takılar, piyano tuşları, takma dişler, küçük heykeller, mobilya süsleri, bilardo topları, satranç tahtası, mücevher kutusu, tarak ve benzeri birçok eşya yapmak için yararlanılırdı. Birkaç yıl boyunca Leopold’un yeni kolonilerinden elde ettiği yegane zenginlik kaynağı fildişi oldu.

1890’ların başlarında şişirilebilir bisiklet lastiğinin icat edilmesi, ardından otomobilin icadıyla otomobil lastiğinin yapımında ve endüstride de kullanılmaya başlanması kauçuk talebini ciddi anlamda arttırdı. Kongo, kauçuk ağacı bakımından zengindi ve fildişine ek olarak Belçika, kauçuk ticaretine de başladı. Elbette ki işleri yürütmek için büyük bir insan gücüne ihtiyaç vardı ve Kongo halkı, II. Leopold’un çıkarı için köle gibi çalıştırılmaya başlandı. Leopold’un binlerce kişilik ordusu, köyleri bastı ve kadınları rehin alarak erkekleri kauçuk toplamaya zorladı. Kauçuğa talep arttıkça yerli halka uygulanan zulüm de arttı. Yetişkin insanlar yeterli gelmeyince çok geçmeden çocuklar da bu çıkara alet edildiler.

Kauçuk ve fildişi gelirlerinden elde ettiği kazancı en üst düzeye çıkarmak isteyen doymak bilmez Leopold’un bu ticaret için kurdurduğu şirketlerin yöneticileri, köylüleri acımasız bir şekilde çalıştırdı. Kral, bu arada ordusunu da güçlendirmeyi ihmal etmedi ve herhangi bir isyan çıktığında silahlı güçlerini devreye soktu. Kongo, dev bir toplama kampına dönmüştü. Baskı o kadar fazlaydı ki isyan edenlerin ya da ettiği düşünülenlerin el ve ayakları kesiliyordu. Uzuvların kesilmesi gibi canice uygulamalar sadece yetişkinlere değil, çocuklara hatta en çok onlara yapıldı. Çalışmaları yeterli görülmeyen çocukları cezalandırmak, diğer çocuklara da korku vermek için bazı çocukların el ve ayakları kesildi.  Performansı düşük görülen babaların önüne çocuklarının kesik uzuvları kondu. Öte yandan isyan çıktığında askerlere boşa mermi harcamadıklarını kanıtlamaları için öldürdükleri kişilerin ellerini getirmeleri gerektiği söylendiğinden ıskalayıp kaçırdıkları insanların yerine yaşayanlardan birinin elini kesip götürüyorlardı. Zulüm, dehşet boyuttaydı.

Kongolular sadece fildişi ve kauçuk işinde değil; yol yapımı, buharlı gemi kazanları için ihtiyaç duyulan odunların kesilip hazırlanması ve benzeri işlerde de ağır şartlar altında çalıştırıldılar. İnsanların çoğu; açlıktan, aşırı çalıştırılmaktan, vücut direncinin çökmesi gibi nedenlerle yakalandıkları hastalıklardan ve gördükleri zulümden dolayı öldü. Bazıları kaçmayı başarıp ormanların derinliklerinde yaşam savaşı verdiler. Binlercesi ise başarısız isyanlarda hayatını kaybetti. Hızını alamayan sömürgeciler, 1897’de 267 Kongoluyu alıp Belçika’ya götürdüler, bu zavallı insanları “İnsanat Bahçesi” olarak adlandırılan yerlere koyup hayvanlar gibi sergilediler.

1908’e gelindiğinde II. Leopold’un yönetimi o kadar acımasız görüldü ki kendileri de Leopold’den örnek alıp Afrika’yı şiddetle istismar eden Avrupalı ​​liderler onu kınadı ve Belçika parlamentosu, kralı kendi topraklarının kontrolünden vazgeçmeye zorladı. Belçika, koloniyi 1908’de kralın şahsi mülkiyetinden devraldı ve 1960’a kadar süren bağımsızlık mücadelesinin ardından Kongo Cumhuriyeti kuruldu.

Kral II. Leopold’un, yıllarca sömürdüğü Kongo’nun ve bu süreçte mağdur olan insanların hikayesi ise unutulmadı. Joseph Conrad, 1902’de yayınladığı “The Heart of Darkness” (Karanlığın Kalbi) adlı kitabında Kongolulara yapılan zulmü emperyalistlerin gözüyle okuyucuya yansıtmaya çalıştı. Kitaptaki birçok ırkçı tanımla Batılıların siyahilere bakış açısını gözler önüne serdi.

1998’de ise Adam Hochschild, Kongo’daki zulmü işlediği “King Leopold’s Ghost” (Kral Leopold’un Hayaleti) adlı romanını yayınladı. Kitap, 2006 yılında aynı adla belgesel olarak filme alındı. Bu konudaki bir diğer yapım ise 2003 yılında çekilmiş “White King, Red Rubber, Black Death” (Beyaz Kral, Kırmızı Kauçuk, Kara Ölüm) adlı belgeseldir.

Velhasıl II. Leopold; önce kendini Hıristiyanlığın, ticaretin ve medeniyetin faydalarını Afrika kıtasına sunmak için çabalayan hayırsever bir insan gibi lanse etti. Sonrasında ise devletinin kasasını doldurmak için acımasız politikalar uyguladı. Kralın para hırsı, olayların kontrolden çıkmasına yol açtı. Leopold, açgözlülüğünün sebep olduğu olayları görmezden gelerek çok büyük bir hata yaptı. Yaptığı bu hata; birçok insanın işkence çekmesine, tecavüze uğramasına, uzuvlarını kaybetmesine, yıllar boyu baskı altında yaşamasına ve ne yazık ki ölmesine neden oldu.

1800’lerin ikinci yarısında Kongo’daki uçsuz bucaksız ormanlarda kaç kişinin yaşadığı tam olarak bilinmediğinden net bir rakam vermek zor olsa da binlerce, belki de milyonlarca kişi hayatını kaybetti. Leopold, onlar kadar gündeme gelmese de yaptığı zulümle Hitler ve Stalin gibi 20. yüzyıl diktatörlerine rakip olmuştur.

Medeniyet mi, zulüm mü?