Kurutulmuş ve kurtarılmış bölgeler

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

26 Eylül 2006 tarihli yazım. Aradan 14 yıl geçmiş, yazıda belirtilen barajlar bitmiş, sulama sistemi değiştirilmiş ama bakış açısı maalesef değişmemiş durumda. Özellikle Beydağ Barajı’ndan beklenen faydanın sağlanamadığı anlaşılmıştır. Geçen yıl sadece bir ay verilen baraj suyu, bu yıl 15 güne çekilmiş.

Yazıyı okuduğumuzda görürüz ki o tarihlerde kuş gribinin yerini şimdilerde koronavirüs aldı. Keneden kaynaklanan Kırım Kongo Kanamalı Hastalığı vakaları ise her sene artmakta. Sebepleri ise doğal alanların hızla insanlar tarafından talan edilmesi. Şimdilerde hazine arazilerinin tahsisi çalışmalarına hız verildi. Gerekçe olarak ekonomiye katkı sağlaması olarak belirtilse de beklenen yararı gerçekleştirmeyeceği, doğal alanların yok edilmesinden başka bir işe yaramayacağı şimdiden bellidir.

Tarımsal kalkınma, tarımsal üretimin arttırılması yeni tarım arazileri ile değil mevcut arazilerin verimli kullanılması ile sağlanabilir. Ülkemizde tarım arazisi sıkıntısı değil; tarımsal üretimde elektrik, mazot, tohum ve gübre gibi girdi fiyatlarının yüksek olması sıkıntısı bulunmaktadır. Maliyetlerin yüksekliği nedeni ile halihazırda mevcut çiftçilerimiz dahi sürdürülebilir tarım yapmakta zorlanırken bu sorunları çözülmesi için adımlar atılması yerine yeni tarım arazilerinin açılması fikri bana pek doğru gelmiyor. Zira bu durum, hem mevcut çiftçilerimizin aleyhine olacak hem de doğal çevrenin aleyhine. Şimdi o yazıyı tekrar hatırlayalım ki neler değişmiş, neler değişmemiş görelim:

“Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve sosyal yaşamdaki gelişmeler, başlıktaki iki kavramı yeniden güncel hayatımızda konuşulur hale getirdi. Kurutulmuş bölgeler kavramı, ülkemizdeki topraksız köylülere arazi sağlamak amacı ile sulak ya da bataklık alanların kurutularak tarıma açılması ile gündelik hayatımıza girdi. İlk zamanlar sulak ve bataklık alanlarından çokluğu nedeni ile yapılan yanlışlığın farkına varılmadı. Günü kurtarma gayretleri dışında ileri görme yetileri olmayan politikacıların en büyük kozu haline gelen uygulama sonrasında ülkemizde bataklık alan kalmadığı gibi şimdilerde sulak alanlar da bitme noktasına geldi.

Gazetelerde ve televizyonlarda artık çatlamış göl tabanı ve ölü balık görüntüleri eşliğinde kuruyan göllerin hikayesini dinler olduk. En son gündeme gelen ise tam bir fıkralık durum ortaya çıkaracak gibi gözüküyor. Nasrettin Hoca’nın yoğurt mayası çaldığı Akşehir Gölü de kurumuş. Anma etkinliklerinde kuru göle maya çalmak, Nasrettin Hoca’nın da düşünemeyeceği kara bir mizah olarak karşımıza çıkacak, gibi görünüyor.

Fabrika kurarak iş sahibi yapılamayan kişilerin toprak sahibi yapılmaya çalışılarak ekonomik katkı sağlama çalışmalarının verdiği olumsuzluklar sonucu sulak alanların ortadan kalkması ile doğal dengede gerçekleşen bozulma sonrası kuş gribi ve sonrasında kanatlıların toplu yok edilmeleri sonrası kene vakaları ortaya çıkmaya başladığı bir gerçektir. Geçmişte yapılan yanlış uygulamaların değişik şekilde uygulamaları, bugün de şekil ve amaç değiştirerek devam etmektedir.

Az sayıda kalan göllerin hemen bitişiğine yapılan tatil siteleri ya da toplu konutlar ile mevcut sulak alanlar daraltılmaya devam edilmektedir. Birilerinin göl manzaralı tatil yapması ya da eve sahip olmasına kesinlikle karşı değiliz ama öncelikle o çevrenin doğal durumunun korunması gerektiği kanısındayız. Aksi halde bugün o evlerde oturanlar için uzak bir ihtimal olsa da belki de torunlarının içecek suya hasret kalacaklarını tekrar hatırlatmak isteriz.

Tüm bu plansız ve belki de planlı bir şekilde sulak alanların yok edilmesine bir de sulamada uygulanan olumsuz yöntemleri eklediğimizde suyun ne kadar stratejik öneme haiz olduğunun farkında varamadığımızı ortaya çıkarmaktadır. Çok değil, 5-10 sene önce tulumbaların ağzından akan sular, şimdi metrelerce aşağı inmiş ve ancak pompalarla çıkarılabilir hale gelmiştir. Bugün Küçük Menderes Havzası’na Beydağ Barajı yapılarak en azından havzamız açısından sorun geçici olarak ve havzanın sadece bir bölümü için çözülecektir. Ancak yeterli olmadığı, gazetelerde çıkan haberlerden bellidir. Beydağ Barajı bitmeden sıra Aktaş Barajı’na gelmiştir. Bademli’de sulama göleti projesi sıra beklemektedir.

Demek ki sadece baraj yaparak su sorununu çözmek mümkün değildir. Öncelikle sulak alanların korunması ve sulama sisteminin mutlaka değiştirilmesi gerekmektedir. Salma su adı altında yapılan sulamada suyun büyük bir bölümünün boşa gittiği, bilimsel bir gerçektir. Yoksa önümüzdeki yıllarda sadece her küçük çayın önüne baraj yaparak bu sorunun çözülemeyeceği ortada olup her küçük derenin önüne de sulama göleti yapmak zorunluluğu doğacaktır ki gökten yağan her damla suyu muhafaza edebilelim. Bunun maliyeti ise ortadadır.

Bir zamanların kurtarılmış bölgeleri kavramına bugün gerçekten ihtiyacımız var. Başta sulak alanlar olmak üzere doğanın yüzyıllar içerisinde oluşturduğu dengesini ve ormanları birer kurtarılmış bölge ilan etmek gerekmektedir. Bu nedenle çevre sorununun sadece çevrecilerin ilgileneceği bir olgu olmadığı gerçeğini toplumun her kesiminin bir an önce algılaması gerekmektedir. Bu nedenle özellikle kamu ve yerel yöneticilerin çevrecilere olan bakış açılarını değiştirmesi ve desteklemesi gerekmektedir.

Çevrecileri ilginç eylemler yapan marjinal gruplar olarak görmekten vazgeçerek çevreyi koruma çalışmalarını bir insanlık örneği, toprağı ve sulak alanları koruma çalışmalarını da bir vatanseverlik olarak görmek gerekir. “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” sözü ile hareket eden, bir tek toprak tanesini dahi sele ya da yele vermemek için çalışan, sorumluluk sahibi insanları bu vesileyle kutlar ve gerek çevrenin korunması gerek ise erozyonla mücadele konusundaki çalışmalarında başarılarının devamını dilerim.”

Kurutulmuş ve kurtarılmış bölgeler