Krallardan bile üstün bir kurum

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kilise, daha önceden teşekkül etse de daha çok 4. yüzyıldan itibaren gücünü göstermeye başlamıştır. Roma, imparatorluğu Hıristiyanlaştırmak için ruhban sınıfına yani din adamlarına çok geniş imtiyazlar verdi. Ruhbanları askerlikten hatta vergiden muaf tuttu. Kilisenin ilk olarak bu dönemlerde elde etmeye başladığı güç, zamanla o kadar büyüdü ki ruhban sınıfı imparatorlara taç giydirmeye başladı. Zamanla kendi yargı sistemi oluştu ve bu, tüm yargı mercilerinden üstün hale geldi.

Papa, tüm krallar ve piskoposlar üzerinde yetki iddia ediyordu. Kralların danışmanlığını güçlü toprak sahibi piskoposlar yapmaktaydı. Böylece kilise, bu danışmanlar aracılığı ile yönetime müdahale edebiliyordu. Bir din adamı suç işlediğinde bulunduğu ülkenin mahkemesi tarafından değil, daha hafif cezalarla kurtulabileceği kilise mahkemesi tarafından yargılanıyordu.

İngiltere’de 1154’te tahta çıkan Kralı II. Henry, güçlü bir kraldı ve çeşitli reformlar yapmak niyetindeydi. Canterbury Başpiskoposu, kral tahta çıktıktan bir yıl sonra çok zeki ve yetenekli bir kişi olan Thomas Becket’ı başbakanı yapmasını önerdi. Bu öneriyi kabul eden kral ve Thomas Becket, kısa zamanda çok iyi dost oldular. O kadar yakındılar ki sadece devlet işleri için değil; her fırsatta görüşüyor, ava çıkıyor, satranç oynuyor ve geziyorlardı. Canterbury Başpiskoposluğu pozisyonu boşalınca kral, kilise üzerinde daha çok kontrol sağlama fırsatını gördü ve yakın arkadaşı Thomas Becket’ı bu göreve atadı. 1161’in ortasında başpiskopos cübbesini giyen Becket, ani bir dini değişime uğradı ve bir yıl sonra başbakanlıktan istifa ederek kralın isteğine karşı gelmiş oldu. Bu andan itibaren ilişkileri bozulmaya başladı.

İngiltere’de sadece bir tek efendi olabilirdi fakat kilise, gücü ve yetkileri ile iktidara ortak durumdaydı. Kral, ortak bir hukuk sistemi oluşturmak ve kilise mahkemeleri üzerindeki yetkisini artırmak için 16 maddeden oluşan “Clarendon Yasası”nı çıkardı. Buna göre kilise mahkemesi tarafından suçlu bulunan bir din adamı, cezalandırılması için kralın mahkemesine teslim edilmeliydi. Yakın arkadaşı Becket, bunu imzalamayı reddederek krala karşı geldi. Kral, kilisenin kanunlara tabi olması gerektiğini söylerken Becket, kilisenin hukukun üstünde olduğu konusunda ısrar etti. Ona göre din adamları, din adamı olmayanlar tarafından yargılanamazdı.

1164 Ekim ayında Becket, kralın konseyinin karşısına çıktı ve tüm mal varlığından vazgeçmesi emredildi ancak o, cezasının şartlarını yerine getirmeyi reddederek Fransa’ya kaçtı. Altı yıl boyunca sürgünde kaldı ve bu süre zarfında Henry gücünü artırdı. Kral, oğlunun Becket’ın uzun süredir düşman olduğu York Başpiskoposu tarafından taçlandırılmasına karar verdi. Böylece arkadaşının otoritesini açık bir biçimde küçümsemiş oluyordu. Bu, Canterbury Başpiskoposu tarafından gerçekleştirilmesi gereken bir görevdi ve düşmanı olan başka bir kişiye verilince Becket çılgına döndü. Hemen papaya başvurdu. Papa tarafından aforozla tehdit edilen II. Henry, Becket’ın geri dönmesine izin verdi ve Canterbury Başpiskoposu olarak haklarını geri alacağını garanti etti. Çok hırslı ve kibirli bir kişi olan Becket, York Başpiskoposu’nu ve iki piskoposu kiliseden aforoz ettiğine dair üç mektup yayınladı. Haberi duyan kral, öfkesini “Nasıl sefil hainler görevlendirmişim ki efendilerinin niteliksiz bir rahip tarafından böylesine utanç verici bir biçimde aşağılanmasına izin veriyorlar” sözleriyle dile getirdi.

Becket’ı tutuklamak için resmi bir heyet yola çıktı ancak kralın sözlerini duyan ve bunu bir eylem çağrısı olarak algılayan dört şövalye, resmi heyetten önce Canterbury’e ulaşıp Becket’ı katedralde sorguya çektiler ve zincirleyip götürmek istediler. Kilisenin kutsallığının kendisini kurtaracağına inanan başpiskopos pes etmeyip direnince şövalyeler, kılıçlarını çekip Becket’a saldırdılar. Becket, kafasına aldığı feci bir darbe sonucu oracıkta öldü.

Kral, Becket’ın ölümünün kendi sözlerinden kaynaklandığını anlayınca dehşete düştü. İngiltere’nin en popüler din adamının bu şekilde katledilmesi, Henry için felaket olabilirdi. Hemen tövbe ederek kıldan yapılmış kıyafetler giydi ve üç gün oruç tuttu. Siyasi becerisini kullanarak papa ile anlaşmaya vardı. Clarendon Yasaları’ndan vazgeçmek zorunda kaldı. Böylece Katolik bir kral için korkunç olan kiliseden aforoz edilme tehlikesinden kurtuldu. Becket, 1173’te papa tarafından aziz ilan edildi ve VIII. Henry dönemine kadar Avrupa’nın her yerinden hacılar, Aziz Thomas’ın mezarını ziyarete başladılar. Hatta kral da halka açık bir yürüyüşle Thomas Becket’ın mezarına hac ziyaretinde bulundu. Thomas Becket ve aziz ilan edilmesi, elbette ki edebiyatı da etkiledi. Geoffrey Chaucer’ın kaleme aldığı “Centerbury Hikayeleri” adlı eseri, Aziz Thomas’ın mezarını ziyarete giden bir grup hacı hakkında yazılmıştır.

Kilisenin uğraştırdığı bir diğer kral ise 1252’de Danimarka tahtına çıkan Kral I. Cristopher idi. Bundan iki yıl sonra başpiskopos olarak atanan Jacop Erlandsen, dini dokunulmazlık ve bağımsızlık talep etti. Bu talep; Papalık üstünlüğünden ve kilisenin otoritesinden ileri gelen, kanonik hukuka yani kilise hukukuna uygun bir istekti ancak bu istek, iktidarın bölünmesine ilişkin geleneksel Danimarka görüşü ile çelişmekteydi. Kral ve başpiskopos, birbirlerine adeta düşman oldular.

Kral I. Cristopher, kilisenin diğer toprak sahipleriyle aynı miktarda mülkiyet vergisi ödemesini istedi ve bunda ısrar etti.  Piskopos Erlandsen, çok varlıklı ve güçlü bir adamdı. Kralın bu isteğini kesin bir şekilde reddetti. Kralın kilise, kiliseye ait mülkler ile din adamları üzerinde hiçbir hakkı ve kontrolü olmadığını ifade etti. Bununla da kalmayarak kilise mülklerinde yaşayan ve çalışan köylülerin krala askerlik hizmeti vermesini yasakladı. Kralla arasındaki büyük anlaşmazlık nedeniyle kralı dinden aforoz etti yani dinden çıkardı. Kralın küçük oğlu Eric’i Danimarka Krallığı’nın resmi varisi olarak tanımayı da reddetti. Daha da ileri giderek prensi tanıyacak herhangi bir piskoposu aforoz edeceği tehdidinde bulundu. Bu, bardağı taşıran son damla oldu ve başpiskopos 1259’da tutuklandı.

Kral I. Cristopher, sabrını taşıran güçlü ve gururlu başpiskoposu saraya getirtti. Üzerindeki rahip kıyafetini çıkarttırıp sıradan kıyafetler giydirildi. Kafasına soytarıların giydiği bir külah takıldı. Bu şekilde halkın önüne çıkarılıp küçük düşürüldükten sonra hapse atıldı. Çok kısa bir süre sonra I. Cristopher, dini bir ayinin ertesinde beklenmedik bir şekilde öldü. Kralın müttefiklerine göre kiliseye yaptığı baskının ve Başpiskopos Erlendsen’e yaptırdığı kötü muamelenin intikamını almak için başrahiplerden biri tarafından şarabına zehir katılmıştı.

Velhasıl Orta Çağ boyunca Katolik Kilisesi, devletlerin üzerinde bir kurum olarak çok güçlüydü. Kilise, II. Henry ve I. Cristopher’dan başka VIII. Henry’yi de uğraştırmıştı. Kral, boşanmasına izin vermediği için Katolik Kilisesi’nden ayrılıp İngiltere’de kendi kilisesini kurmuştu. Bunlar ve buna benzer örnekler bize gösterir ki kilise; sadece dini bakımdan etkinlik gösteren bir kurum olmakla kalmamış, Orta Çağ boyunca Avrupa’daki sosyal yaşamı yönettiği gibi siyaseti ve tarihi de önemli ölçüde etkilemiştir.

Krallardan bile üstün bir kurum