Her sözcük bir tohum

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsanlar da mevsimler gibi zamanı geldiğinde değişebilse. Çiçeğe hiç sordun mu “Ne zaman açacaksın?” diye? Ne zaman değişeceksin? Onun zamanı, güneş saatidir. Ne gerek var İsviçre yapımı saatlere? Gösterişsiz, sade, yalın ve sessiz akıp giden bir akarsuda yüzen tatlı su balığı olsa insan, şimdiki halinden daha mı kötü olurdu?

Güneşe, aya, yıldızlara hiç borcun olduğunu düşündün mü? Sen yokken de vardı onlar ve senden sonra da var olacaklar. Ölümlü olan ne var bizden başka? Bir sözcüğe hiç sarıldın mı? Bak, onlar senden daha ölümsüz. Hiç gücendiğin oldu mu bir sözcüğe? “Neden beni yalnız terk edip gittin?” diye ağladığın oldu mu bir sözcüğe?

Dünyadaki bütün dilleri sevsen de anlayamazsın; hani o beden dili dedikleri dil var ya, en çok gözlerde parlayan o ışıltı, işte onu anlamanın derdindesin. Bu dil, nerede olursak olalım bize yol gösterecektir.

Bir çağlayan ki oradan sıçrayan milyarlarca zerrenin birer sözcük olarak yüzünü nasıl serinlettiğini, senin mutluluğuna nasıl gölge olduğunu. “Yazmasam olmayacak bu serin sözcükleri” dediğini hiç düşündün mü?

Biliyorum bazı sözcüklere takıntılısın, yıllardır anlamın peşinde koşuyorsun. “Gezi” dedin olmadı, öyküyü denedin gene olmadı, şimdi de şiirle sınadın kendini. O sözcüğün anlamını soran adamı şimdi arasan da yok! Onunla hayatında yalnızca bir gece Hozat’ta karşılaştın. Varsın sürsün bu arayış…

Okuyorsun “Belki benden önce bulan var mı?” diye. Oku, okudukça martı gibi çılgın bir denizde balık yakalayabilirsin. İyi bir göz gerek. Hem bu şahin, atmaca, kartal ya da martı fark etmez, kanat genişliğine dikkat et. Kanadı geniş olan bir yazar olsan kim bilir daha ne sözcükler yakalayacaksın?

Neruda, “Suyun şarkılar söyleyebildiği…” diyor ya sen, “Onun bulamadığı su ülkesine göç edeceğim” diyorsun. Adını mı, ona hiç sormayın. Belki Thomas More’un Ütopya’sında vardır.

“Şiir sözcüklerle yazılır” diyen Fransız şair Mallarmè, bunu susuzken söylemiş galiba. Oysa şiir, suyla yazılır! Şair denen bir varlık varsa bu dünyada, onun yüzde yetmişi de su olduğuna göre elbette yazdığı harfler de suyun aldığı biçime uyacaktır.

Şiirler ararsın, süt beyaz, olgun bir kayısı gibi. Gevşek olmasın, belki mürdüm eriği tadında mor dudaklı bir küheylan. Sözcük tufanında ne bulduysan atarsın haremine, gün ola beri gele.

Bilirsin ki her sözcük bir tohum; vakti gelince açar en güzel çiçeğini. “Bir yaz rüyasıdır” deyip geçtiğimiz, suyunda serinleyip öfkeleri denize döktüğümüz o çiçekti belki de seni her sabah selamlayan. Begonvil, senin ayrılığına dayanamadığı için mi terk eyledi yuvasını?

Kiminle konuştuğunu bilemediğin zaman içine sorarsın “O konuşan ben miydim?” diye. Yanıt gecikmez; “Seni en iyi anlayan ben olduğuma göre!” Anlaşılamamak da bir sözcük, ne çok harcanan. Peki kim anlasın seni? Ey sözcük tarayan şairler, neredesiniz?

Eğriyle doğruyu bir terazide tartsak hangisi ağır basar? İkisi de dört harf, renklerine bakalım öyleyse. Biri ak, öteki karaysa ağırlığı kara kazanacaktır. Aka fırça değmez ki. Mademki renkle tartacağız sözcükleri, bırakalım düş denizinde balık tutsun ressamlar. Şairler, hayatı hep ıskalar zaten.

Şair sözleri hep yalan mı? Neden böyle düşündün cancağızım? Kendine bile söyleyemediğin, hadi diyelim, bunu anlatacak bir sözcük de bulamadığın için mi? Çölde vaha arayan bir derviş de olamadın gitti. Bir hurmaya şiirini satsan ne yazar ey şair!

Her şey tohumda gizli. Sen hiç alıç ağacıyla sohbet ettin mi Hikmet Birand gibi? O da bir sözcük avcısıydı senin gibi. Bize verdiği şu öğüde kulak ver: “Sohbetlerimizi dinlemiş olanlar, Anadolu’yu gezerken bakıp geçtikleri, görmeden geçtikleri manzaraları artık başka bir gözle gözetleyecekler; gördükleri her otun, her çalı ve tek ağacın, taşın toprağın anlattıklarına kulak verecekler ve onlara karşı davranışlarına herhalde bir çekidüzen vereceklerdir.”

O, bunları bir bilge olarak bize aktarırken Anadolu’nun bin bir memeli bir ana tanrıça olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu?

Sığ bir denizden ne beklenir? Ne bir tekne ne bir balina, uyuz bir kedinin sudan beklediği her neyse o beklenir. Şiir denen şey, eğer sözcüklerle yazılacaksa ona yakışan dalgalı bir deniz olmalı ki kayaya her çarptığında sıçrayan sözcükler, o şiirin dizelerine yosun gibi sevdalanabilsin.

Her şey ama hayatta her şey, bir tohumda gizli. Sözcüklerle yeşeren, sevişen, doğuran, haykıran, çığlık çığlığa boynuna sarılan ey tohum, sensin benim en büyük varsılım!

Not: Bu denemem, Şehir dergisinin Ağustos 2019 tarih ve 131. sayısında yayımlanmıştır.

Editörün notu: Bu yazı, gazetemizin 16 Ekim 2019 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden yazarımız Ömer Akşahan’ın anısına bir kez daha siz değerli okurlarımızla buluşturuyoruz.

Her sözcük bir tohum

Her sözcük bir tohum

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsanlar da mevsimler gibi zamanı geldiğinde değişebilse. Çiçeğe hiç sordun mu “Ne zaman açacaksın?” diye? Ne zaman değişeceksin? Onun zamanı, güneş saatidir. Ne gerek var İsviçre yapımı saatlere. Gösterişsiz, sade, yalın ve sessiz akıp giden bir akarsuda yüzen tatlı su balığı olsa insan, şimdiki halinden daha mı kötü olurdu?

Güneşe, aya, yıldızlara hiç borcun olduğunu düşündün mü? Sen yokken de vardı onlar ve senden sonra da var olacaklar. Ölümlü olan ne var bizden başka? Bir sözcüğe hiç sarıldın mı? Bak, onlar senden daha ölümsüz. Hiç gücendiğin oldu mu bir sözcüğe? “Neden beni yalnız terk edip gittin?” diye ağladığın oldu mu bir sözcüğe?

Dünyadaki bütün dilleri sevsen de anlayamazsın; hani o beden dili dedikleri dil var ya, en çok gözlerde parlayan o ışıltı, işte onu anlamanın derdindesin. Bu dil, nerede olursak olalım bize yol gösterecektir.

Bir çağlayan ki oradan sıçrayan milyarlarca zerrenin birer sözcük olarak yüzünü nasıl serinlettiğini, senin mutluluğuna nasıl gölge olduğunu. “Yazmasam olmayacak bu serin sözcükleri” dediğini hiç düşündün mü?

Biliyorum bazı sözcüklere takıntılısın, yıllardır anlamın peşinde koşuyorsun. “Gezi” dedin olmadı, öyküyü denedin gene olmadı, şimdi de şiirle sınadın kendini. O sözcüğün anlamını soran adamı şimdi arasan da yok! Onunla hayatında yalnızca bir gece Hozat’ta karşılaştın. Varsın sürsün bu arayış…

Okuyorsun “Belki benden önce bulan var mı?” diye. Oku, okudukça martı gibi çılgın bir denizde balık yakalayabilirsin. İyi bir göz gerek. Hem bu şahin, atmaca, kartal ya da martı fark etmez, kanat genişliğine dikkat et. Kanadı geniş olan bir yazar olsan kim bilir daha ne sözcükler yakalayacaksın?

Neruda, “Suyun şarkılar söyleyebildiği…” diyor ya sen, “Onun bulamadığı su ülkesine göç edeceğim” diyorsun. Adını mı, ona hiç sormayın. Belki Thomas More’un Ütopya’sında vardır.

“Şiir sözcüklerle yazılır” diyen Fransız şair Mallarmè, bunu susuzken söylemiş galiba. Oysa şiir, suyla yazılır! Şair denen bir varlık varsa bu dünyada, onun yüzde yetmişi de su olduğuna göre elbette yazdığı harfler de suyun aldığı biçime uyacaktır.

Şiirler ararsın, süt beyaz, olgun bir kayısı gibi, gevşek olmasın, belki mürdüm eriği tadında mor dudaklı bir küheylan. Sözcük tufanında ne bulduysan atarsın haremine, gün ola beri gele.

Bilirsin ki her sözcük bir tohum; vakti gelince açar en güzel çiçeğini. “Bir yaz rüyasıdır” deyip geçtiğimiz, suyunda serinleyip öfkeleri denize döktüğümüz o çiçekti belki de seni her sabah selamlayan. Begonvil, senin ayrılığına dayanamadığı için mi terk eyledi yuvasını?

Kiminle konuştuğunu bilemediğin zaman içine sorarsın “O konuşan ben miydim?” diye. Yanıt gecikmez; “Seni en iyi anlayan ben olduğuma göre!” Anlaşılamamak da bir sözcük, ne çok harcanan. Peki kim anlasın seni? Ey sözcük tarayan şairler, neredesiniz?

Eğriyle doğruyu bir terazide tartsak hangisi ağır basar? İkisi de dört harf, renklerine bakalım öyleyse. Biri ak, öteki karaysa ağırlığı kara kazanacaktır. Ak’a fırça değmez ki. Mademki renkle tartacağız sözcükleri, bırakalım düş denizinde balık tutsun ressamlar. Şairler, hayatı hep ıskalar zaten.

Şair sözleri hep yalan mı? Neden böyle düşündün cancağızım? Kendine bile söyleyemediğin, hadi diyelim, bunu anlatacak bir sözcük de bulamadığın için mi? Çölde vaha arayan bir derviş de olamadın gitti. Bir hurmaya şiirini satsan ne yazar ey şair!

Her şey tohumda gizli. Sen hiç alıç ağacıyla sohbet ettin mi Hikmet Birand gibi? O da bir sözcük avcısıydı senin gibi. Bize verdiği şu öğüde kulak ver: “Sohbetlerimizi dinlemiş olanlar, Anadolu’yu gezerken bakıp geçtikleri, görmeden geçtikleri manzaraları artık başka bir gözle gözetleyecekler; gördükleri her otun, her çalı ve tek ağacın, taşın toprağın anlattıklarına kulak verecekler ve onlara karşı davranışlarına herhalde bir çekidüzen vereceklerdir.” O, bunları bir bilge olarak bize aktarırken Anadolu’nun bin bir memeli bir ana tanrıça olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu?

Sığ bir denizden ne beklenir? Ne bir tekne ne bir balina, uyuz bir kedinin sudan beklediği her neyse o beklenir. Şiir denen şey, eğer sözcüklerle yazılacaksa ona yakışan dalgalı bir deniz olmalı ki kayaya her çarptığında sıçrayan sözcükler o şiirin dizelerine yosun gibi sevdalanabilsin.

Her şey ama hayatta her şey bir tohumda gizli. Sözcüklerle yeşeren, sevişen, doğuran, haykıran, çığlık çığlığa boynuna sarılan ey tohum, sensin benim en büyük varsılım!

Not: Bu denemem, Şehir dergisinin Ağustos 2019 tarih ve 131. sayısında yayımlanmıştır.

Her sözcük bir tohum