Geçmişin ilginç moda trendleri

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İnsanlar yüzyıllar boyunca farklı olmak, gösteriş yapmak ya da belli bir amaç doğrultusunda tuhaf stiller oluşturdular. Bunların içinde öyleleri vardır ki günümüzde gözümüze oldukça tuhaf ve gereksiz görünürler.

Kazılarda bulunan Eski Mısır sanatına ait resimlerde kadınların başı üzerinde yükselen koniler görülmekteydi. Önce uzmanlar bunların Hıristiyan ikonografisinde azizler ve meleklerin başları üzerine çizilmiş halelerin eşdeğerleri olduğunu yani sembolik temsiller olarak düşündüler. Daha sonra bazı uzmanlar bunların parfümlü balmumu topakları olduğunu ve eridikçe vücuda güzel kokular aktığını yani bu sıcak topraklarda kadınların güzel kokmalarına yaradıklarını açıkladılar. Amarna adlı Eski Mısır şehrinde gerçekleştirilen kazılarda Mısır sanatında oldukça yaygın olan bu resimlerdeki kişiler gibi kafalarında balmumu koniler olan iki iskelet bulundu. Böylece bu konilerin sadece sembolik birer tasvir olmadıkları kanıtlanmış oldu. Günümüzde bu konilerin sadece güzel kokmak için mi, ilahi bir törende ruhsal bir arınma için mi, dini bir ritüel sırasında ilahlarının huzurunda kullanılan bir nesne mi olduğu halen tam olarak bilinmese de balmumu koniler, o zamanın insanları tarafından kullanılmış tuhaf bir moda unsuru olarak tarihe geçmiştir.

Orta Çağ Avrupası’nda 1100’lü yıllarda ortaya çıkan bir kıyafet modası vardı ki hem erkekler hem de kadınlar tarafından tercih edilirdi. Bolca kumaş gerektiren ve “bliaut” adı verilen bu kıyafetlerin kolları dirseklerden itibaren bollaşır; üst kısmı bilekte biterken alt kısmı aşağı doğru sarkarak yere kadar uzanırdı. Bu kıyafet üst sınıf kimseler tarafından giyiliyor ve zenginliği vurguluyordu. Kollarının bu kadar uzun olması iş yapmaya uygun değildi ve bunu giyen kimselerin varlıklı olduğunu, sıradan halkın yapmak zorunda olduğu günlük işlerle uğraşmadığını gösterirdi. Bliaut modası Avrupa’da yüz yıl kadar devam etti.

Orta Çağ’da soyluların giydiği uçları oldukça sivri ve de uzun ayakkabılar ilk kez 12. yüzyılda görüldü. 14.-15. Yüzyılda da oldukça popüler hale geldiler. Bunlar kökenlerinin Polonya ya da yine Polonya’nın en eski şehirlerinden biri olan Krakow’a dayanmasından dolayı “poulaine” (polayn) ya da “crackows” (krakovs) olarak adlandırılırdı. Bu gülünç ve yürümeyi zorlaştıran ayakkabıların uç kısımları formları bozulmasın diye yosun, yün, saç gibi malzemelerle doldurulurdu. Hem kadın hem de erkekler tarafından giyilirdi ancak erkeklerin giydiklerinde uçlar çok daha uzundu. Hatta zamanla insanlar zenginliklerine ve statülerine oranla uçları daha sivri ve uzun ayakkabılar giymeye başladı. Bazıları o kadar uzundu ki yürürken düşmeyi önlemek için ya uçları balina kemiği ile destekleniyor ya da ayakkabılar uçlarından bir bağcıkla veyahut altın, gümüş zincirlerle dizlerin hemen altına bağlanıyordu. Bu ayakkabılar da zenginliği sembolize eden aksesuarlardı çünkü bunlar çalışmaya uygun değildi ve bunu giyen kimseler zevkleri için yaşadıklarını, çalışmak zorunda olmadıklarını göstermiş oluyorlardı. Genellikle deriden yapılmakla birlikte üst sınıflar kadifeden, işlemeli kumaşlardan ve ipekten yapılmış olanlarını da kullanmışlardı.

1368’de Fransa Kralı V. Charles, crakow ayakkabılarının üretimini ve kullanımını yasaklayan bir ferman çıkardı. V. Charles, ayakkabının abartılı uzunluğunun erkeklerin dua ederken diz çökmesini zorlaştırdığını bahane göstermişti. İngiltere Kralı IV. Edward ise 1463’te ayakkabıların uzunluğunu sınırlayan kapsamlı bir yasa getirdi. Böylece bu kullanımı zor ayakkabıların talebi zamanla azalarak yerini başka stil ayakkabılara bıraktı.

  1. yüzyılda Avrupa’da özellikle İngiltere’de Kraliyet ailesi ve soylular arasında pahalı kumaşlarla yapılıp, bolca altın ve gümüş işleme, mücevher ve çeşitli taşlarla süslenmiş kabarık, görkemli kıyafetler moda haline geldi. Erkek kıyafetlerinin omuzları, kolları, göğüs ve bazen karın kısmı, ayrıca alt giyside cinsel organın üzerine gelen kısım pamuk, yün, at kılı, keten iplikler ve talaş gibi malzemelerle doldurularak öne çıkarılırdı. Bazen bu dolgu malzemeleri nedeniyle giysiler beş ya da altı kilo daha ağır hale gelirdi. İhtişamlı görünmek için bu dolgulu kıyafetlerin üzerine kürkler de giyilir bu şekilde daha heybetli bir görünüme ulaşılırdı. Kadın kıyafetlerinin de kolları bu dolgu malzemeleriyle kabartılıyordu. Etekler ise yine kabarıktı ve kalça kısımlarında gösterişli bombeler mevcuttu. Onca dolgu malzemesinin terlemeye neden olup sıkıntı yarattığı düşünülebilir. Ancak Elizabeth dönemi küçük buzul çağı adı verilen soğuk bir döneme denk geldiği için kıyafetlerdeki bu aşırı dolgu malzemeleri insanlara pek sıkıntı vermemişti. Elbette ki diğerleri gibi bu moda da zamanla terkedildi ve yerini başka kıyafetlere bıraktı.

Filmlerde gördüğümüz Avrupalı erkek, kadın herkesin taktığı gösterişli perukların hikayesi ise zührevi bir hastalık olan frengi ile başlıyor. Kara ölümden yani vebadan sonra Avrupa’yı saran en kötü salgın frengiydi. O zamanlar antibiyotik gibi ilaçlar olmadığından mağdurlar hastalığı tüm ağırlığıyla yaşıyorlardı. Açık yaralar, şiddetli döküntüler, düzensiz saç dökülmeleri ve kellik, bunama hatta körlük hastalığın en kötü etkileriydi. Kellik o dönem için hem frengi hastalığından hem de uzun saçın statü sembolü olmasından dolayı utanılacak bir durumdu. Bu sebeple frengi salgını peruk satışlarında ciddi bir artışa neden oldu. Kurbanlar kelliklerini hatta bazen de yüzlerindeki yaraları at ve keçi kılı ya da insan saçından yapılmış peruklarla gizlemeye çalıştılar. Peruklar toplum içinde çok yaygın olarak kullanılmasına rağmen pek de özenli ve güzel değillerdi. Ancak Fransa Kralı XIV. Louis’nin kelleşmeye başlaması ve bunun itibarını zedeleyeceğine hükmetmesi her şeyi değiştirdi. Kral onlarca peruk ustası tutup kendine gösterişli peruklar yaptırarak bunları kullanmaya başladı. İngiltere Kralı II. Charles da beyazlayan saçlarını bahane ederek peruk takmaya başladı. İki kralın da peruk kullanması saray erkanının da onları taklit etmesine ve peruk modasının Avrupa’ya yayılmasına vesile oldu. O zamanlar bitler insanlar için o kadar büyük bir dertti ki bu krallardan sonra da peruk modası devam etti. İnsanlar bitli saçlarını kazıtıp peruk kullanıyorlardı. Perukları renklendirmek için peruk pudraları kullanılırdı. Bu tozun en kalitelisi yüksek oranda rafine edilmiş nişastadan elde edilirdi. Beyazı en popüler pudra olmasına rağmen, kahverengi, gri, turuncu, pembe, kırmızı, mavi ve menekşe gibi diğer tonlar da kullanılırdı. Fransa’da ihtilale kadar devam eden moda ihtilalle birlikte son buldu. İngiltere’de ise peruk modasının sonunu getiren 1795’te peruk tozuna vergi konması idi.

Velhasıl geçmişte gerek ihtiyaçtan gerek zenginliği ve soyluluğu vurgulamak için gerekse ihtişamlı görünmek amacıyla çeşitli moda akımları ortaya çıkmıştır. Günümüzden bakıldığında çok ilginç hatta komik görünmekte olan bu eski moda trendleri artık sadece dönem filmlerinde ve tiyatrolarda hoş detaylar olarak gözümüzü doldurmaktadır.

Geçmişin ilginç moda trendleri