Ekonomik bağımsızlık

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ekonomik ilişkiler, insanlığın yerleşik düzene geçmesiyle önem arz etmeye başlamıştır.

Zaman içinde ihtiyaçların çeşitlenmesi ve artması ve gitgide bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle de ekonomi, sadece bir devletin kendi içindeki ilişkileri değil, başka devletlerle olan ilişkilerini de belirlemiştir.

Ortaçağ’da karanlıkların, hastalıkların, ekonomik yoklukların içinde kalan Avrupa, kıta dışına çıkarak yeni yerler keşfetmiş ve kısa sürede bu yerlerin gerek insan gerekse ekonomik kaynaklarını acımazsızca talan ederek Avrupa’ya taşımıştır. Merkantalizm denilen bu ekonomik sermayeyi çoğaltma ve biriktirme sistemi, bunu ilk yapan -örneğin İspanya, Portekiz- Avrupa ülkeleri üzerinde hem siyasi hem de ekonomik baskı unsuru olmuştur. Bu baskıdan nispeten siyasi yönden daha az etkilenen İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de aynı yola başvurmuş ve yeni keşfedilen yerlerden elde edilen kaynak ve gelirlerle Avrupa, Rönesans ve Reform çağına sömürü düzeniyle beraber adımını atmıştır. Bu sömürü düzeni, yine bu ülkeler arasında gerek denizde gerekse karada ciddi savaşları da beraberinde getirmiştir.

Bu duruma daha geç uyanan Almanya da daha sonradan Afrika ve 1800’lü yılların ortalarına doğru özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya koalisyonu oluştuktan sonra Osmanlı topraklarındaki petrol kaynaklarının önemini anlamış ve Osmanlı İmparatorluğu ile hemen yakın ilişkiler içine girmeye başlamıştır.

Alman sermayesi, Osmanlı İmparatorluğu’nu üç koldan sömürmeye girişmiştir; 1-Osmanlı ordusunun eğitilmesi amacıyla bir Alman askeri heyetinin oluşturulması, 2-Alman silah sanayiinin Osmanlı’ya çok miktarda silah satması, 3-Deutsche Bank kanalıyla Anadolu demiryollarının yapılması için imtiyaz alınmasıdır.

Alman askeri heyetinin ısrarları sonucu Osmanlı ordusunun yeniden silahlandırılması ve bu amaçla 1887 yılında yarım milyon tüfeğin satın alınması gerçekleşmiş ve Alman kralı II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyaretinden sonra da bu silah ticareti, artarak çok daha büyümüştür. Tabii bu ticaret karşılığında Almanlara milyonlarca mark para ödenmiş ve para, yüksek faizle Alman Deutsche Bank tarafından krediyle temin edilmiştir.

1888 yılına kadar İngiliz ve Fransız sermayesinin egemenliği altında bulunan Osmanlı Devleti’nin demiryolları, Alman kralı II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti ve Deutsche Bank yetkililerinin gösterdikleri yoğun faaliyetler sonucu Osmanlı’dan alınan demiryolları imtiyazları 2000 kilometreyi geçmiştir. Bu imtiyazlar, 2000 km’lik alanın demiryolu hattı boyunca 20 km enindeki bir şerit içinde kalan toprak altı zenginlikleri ve ağaç kesme hakkını da içermekteydi. Bu imtiyazlar verilirken Osmanlı İmparatorluğu sürekli borçlandığından borçlar karşılığı banka kredisi dışında Konya, Sivas, Ankara ovalarının da aşar vergileri rehin olarak verilmiştir.

1.Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında ve ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda yaşananlardan sonra Mustafa Kemal Atatürk, şu veciz sözüyle tespit ettiği bir gerçeği Türk milletine bir hedef olarak göstermiştir: ”Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılacak başarılar yaşayamaz.”

Bu hedefle Lozan’da Osmanlı’dan kalan borçlar ödenirken demiryolları ve deniz limanları devletleştirilmiş, yabancılara tanınan çeşitli imtiyazlar kaldırılmış ve daha Cumhuriyet’in 4. yılında denk bütçeye çok dikkat edilerek doğru dürüst sanayiinin olmadığı, tarımın çok ilkel koşullarda yapıldığı, yetişmiş ve okumuş insan sayısının neredeyse parmakla gösterildiği Türkiye Cumhuriyeti’nde %8.5’lik büyüme yakalanmıştır. Bu durum, dünyaca ünlü TIME dergisinin 23 Şubat 1927 tarihli kapak resmine Mustafa Kemal’i taşırken haberle ilgili şu sözler kullanılmıştır:

“Mustafa Kemal Atatürk – 21 Şubat 1927

Atatürk, ikinci defa Time kapağına genç ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti henüz 4’üncü yılında %8.5’lara varan muhteşem bir büyüme yakaladığında çıktı. Balkanlar ve Ortadoğu’da büyük bir güç olarak ortaya çıkan Türkiye, Atatürk ilke ve inkılapları ile yeniden dünya kamuoyunun gündemine oturacaktı. Avrupa’da yavaş yavaş totaliter rejimlerin türemeye başladığı bir ortamda Türkiye’nin demokrat ve cumhuriyetçi adımlar atması, tüm dünyayı şaşırtıyordu.”

Ekonomide bağımsızlık sağlanamadığı sürece bizi zor günler beklemektedir. Tarihten ve geçmişten ders almak, kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmek, bir an önce ÜRETİM EKONOMİSİNE geçmek, bunun için gerekirse Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi yine devletçe üretime dönük sanayi ve tarım yatırımları yapmak, gelir adaletini sağlamak ve cari açık değil, cari fazla veren bir ülke konumuna gelmek elzemdir. Böylece sadece siyasal ve ekonomik bağımsızlık değil, vatandaşlar arasındaki gelir uçurumunu da kapatarak sosyal barış ve gelişme sağlanacak, bize uyan ve bize özgü bilim, enerji, sanayi ve tarım yatırımlarının geliştirilmesi, gerçekleştirilmesi sağlanarak kendimize uygun çözümler belirleyerek ekonomik krizleri de aşmayı başarabileceğiz.

Vatanını sevmek, sadece uğrunda şehit olmayı göze almak değildir. Vatanını sevmek, aynı zamanda insanının, ülkesinin gelişmesi için ne yapabilirim sorusunu sorup çalışmak ve üretmektir.

Sevgiyle kalın.

Ekonomik bağımsızlık