Boşuna çırpınma gökyüzü

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Güzel ülkemin üç tarafı denizlerle çevrili. Denizde yüzmeyi bilmeyen yüzde doksan ile en sağlıklı ve ucuz protein kaynağını yemeyenleri düşünürsek bile denizlerden yeterince faydalanamadığımız ortaya çıkar. Bir de ulaşım konusunda kapı, koridor görevi görecek deniz yollarını kullanamadığımız, yeterince gelir sağlayamadığımız ortada. Bir zamanlar çeşitli ülkelerden büyük yük ve yolcu gemileri gelirdi. Turistik gelir diye düşünür, sevinirdik sonra bizde çöplerle ilgili yasalarda boşluk bulup çöplerini dökmek için geldikleri ortaya çıkmış, denizlerimizi kirlettiklerini geç de olsa fark etmiştik. Sahilde yürümenin bile insan psikolojisini olumlu etkilediği bilim adamlarınca kabul edilen denizlerimiz üç tarafımızı sarsa da biz ‘Deniz’lerimizi’ sevememişiz…

Küresel ısınmada yaşanan sorunlar gün geçtikçe artarken, iklim değişiklikleriyle pek çok sorun kapımızı çalıyor. Buzullar eriyor. Kasırgalar pek çok ülkenin kâbusu haline geliyor. İnsan nüfusunun artmasıyla (7,5 milyar olmuşuz) giderek azalan içme suyu kaynakları, pek çok canlının hayatını tehlikeye sokuyor. İçme suyu konusunda kendine yetebilecek kaynakları olan ülkelerden olmamıza rağmen, bilinçsiz kullanılan ve boşa akıtılan, israf edilen su kaynaklarımıza sahip çıkamıyoruz…

Türkiye’de son 10 yılda yirmi dört binden fazla orman yangını çıkmış. Ağaç dikilerek arttırılmış orman varlığımız artan nüfusun oksijen ihtiyacını karşılıyor mu bilemiyorum ama astım, bronşit sayısının giderek arttığı kesin. Ormanda yaşayan canlılar, şehir ışıklarının giderek kendilerini yakan bir ateşe döndüğünün de farkındadır sanırım. Pek çok canlının soyu tükendi daha biz onları ve faydalarını tam olarak fark edemeden.

Toprağımız; uğruna canımızı, kanımızı bir an bile düşünmeden vereceğimiz, verdiğimiz topraklarımız ne durumda dersiniz? Yüzyıllık zeytin ağacını kesip, o bereketli toprağa ev inşa ederken kanattığımız toprağımız ne durumda? Dağlarından geçen kuşun gagasından düşen tohumla, çırpınan kelebeğinin kanadındaki tozla bereketlenen, güneşin altında sarı altına dönüşen toprağımız ne durumda? Sahip çıkabildik mi toprağımıza, gerçekten sevebildik mi? Uğruna ölecek kadar sevdiğiniz toprağımızı, hibrit tohumlar hormonla çoğalırken, kimyasal gübre çöplüğüne dönüştürmedik mi? Severken öldüreceksin derdi büyükler, sevgiyi de yanlış anladık sanırım. Veysel’in sadık yari kara toprak ”koyun verdi, guzu verdi, süt verdi, yemek verdi, ekmek verdi, gül verdi”, fakat aşkla yolumuzu gözleyen kara toprağa son hançeri de biz vurduk. Zehirledik onu. Mantar gibi çoğalan ruhsuz, kaba saba evler yapıp, geniş geniş oturduk. Tükettik biz güzel olanı, yorduk zamanı, yorduk mekanı. Aç gözlülerin hırsını bir türlü doyuramadı dünya. Herkese yetecekken ekmek, açlıktan öldü, dünyevi şehvete kurban edilen buğday tenli çocuklar…

“Boşuna çırpınma gökyüzü, yurdum kadar ağlayamazsın” demiş şair Yılmaz Odabaşı. Severek işlersek toprağı, ağacımıza, kurdumuza, kuşumuza, suyumuza sahip çıkarsak bir cennettir Anadolu,,bereket fışkırır her yanından.

Boşuna çırpınma gökyüzü