Adalet

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçtiğimiz yıl 11 Temmuz tarihinde ‘Adalet’ başlığı ile bir yazı paylaşmışım.

O yazıda darbelerden de söz etmişim. Bugün de biraz tembellik yapıp o yazıyı yeniden paylaşmak istedim sizinle:

Geçen hafta ülkenin gündeminde kuşkusuz ADALET yürüyüşleri ile İstanbul’da sonlandırılan ADALET mitingi vardı. Eylemler her ne kadar bir siyasi partinin öncülüğünde ve liderliğinde başlasa da ADALET, sadece ülkemizin değil tüm dünyanın sorunudur.

Adalet kavramının öne çıkarılmasını bir siyasi partiye bağlamadan, evrensel bir değer olan hukuka genel anlamda sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlığın, üstünlerin hukukunu değil hukukun üstünlüğünü öne çıkarması ve bu ilkeyi her dönemde savunması gerektiğini düşünüyorum.

Bu çerçeveden bakıldığında, Pazar günü İstanbul’da toplanan yüz binlerce insanın mücadelesinin, bir siyasi partiye değil bir evrensel değere destek olarak yorumlanması gerektiğini düşünüyorum.

“Adalet mülkün temelidir”

İslam halifesi Hazreti Ömer’e ait olduğu söylenir.

Kendisinden alınan verginin azaItıImasını isteyen, ancak talebi kabuI edilmeyen bir kişi tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğrayan Halife Ömer bin Hattab 3 gün sonra hayatını kaybetmiştir. İntihar eden saldırganın adı bugün hatırlanmamakta ama “Adalet mülkün temelidir” sözünü söyleyen Ömer bin Hattab yüzlerce yıl sonra bile hayır, iyilik ve saygıyla anılmaktadır.

Sözün kaynağını belirtmeyeceğim. Batılı bir düşünürün “Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir” sözü de çok önemlidir. Kim söylemişse söylesin, kazancımızı adaletle temellendirmeliyiz.

İslam peygamberi Hazreti Muhammed de “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır” demiş. Cümlenin anlamı çok net. Ne kadar ibadet ederseniz edin, ne kadar Allah’ın adını anarsanız anın, “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır”

“Kanunlar örümcek ağları gibidir: Zayıfları ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer” sözünün sahibi ünlü Fransız yazarı Balzac da kötü adaletin tarifini yapar.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise, “Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır” demiştir.

**

İçinde bulunduğumuz haftanın da kuşkusuz en önemli olayı 15 Temmuz kalkışmasının yıldönümü olacaktır. Öncesi ve sonrası ile çok tartışılan 15 Temmuz darbesi, bilindiği gibi Türkiye ve dünyada ilk kalkışma değildir. Buradaki ‘kalkışma’ ulusal iradeye karşı zorla yapılan darbe anlamındadır.

Çok gerilere gitmeden ve tarih dersi vermeden, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini, darbecileri açısından ‘başarılı’ olmuş kalkışmalar arasında sayabiliriz.

Dünyanın gördüğü en büyük katil olan Hitler, seçimle gelmiştir. Hala savunucuları vardır… Bütün darbelerin de savunucusu olmuştur.

Darbelerde, başarılı olunca darbeciler başa geçer, başarısız olunca da dara giderler. Darbeler özetle çıkarların savaşıdır. Saydığım ilk üç darbede darbeciler başa geçmiş, direnenler ya hayatıyla ödemiş ya da mağdur olmuştur. Darbelere direnenlerin kimine şehit kimine terörist denilmiştir.

15 Temmuz darbesi de bana göre öncekilerde olduğu gibi kanlı bir ABD müdahalesidir.

Bu yazımda, konuyla ilgili yapılan tartışmalara girmeyeceğim.

Ama yazdığım gibi darbeler ulusal egemenliğe vurulan kanlı bir yaradır.

Atatürk’ün dediği gibi de “Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır”

TV başında oturup sıcak koltuklarda sorumluluk sahibi insanları alkışlamak yerine darbe karşıtı ve adalet yandaşı gösterilerde küçük bir damla olabilmeyi onurlu bir davranış olarak görürüm. Vicdan sahibi olmak, insani bir erdemdir.

Şahsen 60’tan sonraki, okuduğum ve bildiğim darbelere karşı vicdan sahibi olduğumu düşünüyorum. Olayları, sadece ‘yaşa’ veya ‘kahrol’ sözleri ile değil, nedenleri ve niçinleri, öncesi ve sonrası ile değerlendirmesini bilmeliyiz. Ve adaleti hayatın her alanında savunmalı, adil olmayı erdem saymalıyız.

Dünyadaki ‘bizim adam’ kayırmacılığına ses çıkarmıyor, düşman gördüklerinize her türlü davranışı reva görüyorsanız dilsiz şeytansınız.

Adalete EVET, her türlü darbeye HAYIR.

Adalet

Adalet

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Adalet; hepimizin aradığı, hak yerini bulduğunda mutlu, aksi halde yaralanmış ve ona ya da onu bu hale getirenlere inancımızı kaybettiren çok önemli bir duygudur.

Özünde vicdan olan ve merhameti barındıran bir duygudur Adalet. Ama Adalet sözünü kullanmak, adil olabilmek kolay değildir.

Bu mübarek günlerde aç susuz kalmak kadar adil olmak da orucun bir gereğidir. Ne mutlu da olabilene.

Günümüzde kişiler gibi devletler de adil davranmaktan çok uzaktadır. Tipik örnek, İsrail’in Filistin’e zulümdür.

Aşağıda yine bir öykü paylaşacağım. Asr-ı Saadet (Hz. Muhammed ve takip eden halifeler döneminde) Müslümanlığın adalet anlayışı, İslam dininin niye o zamanlar çabuk yayıldığını göstermektedir.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (r.a.), Şam’daki bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes, arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş, arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali, arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. “Bana zulmedildi” der. Müslüman vatandaş da kendisine “Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir. Elbette seni dinler” der. Şamlı Yahudi, Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar, bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. “İşte halife bu zattır” derler. Adam, Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki ben, Nuşirevan’dan daha az adil değilim” Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi, bu yazıyı alıp ayrılır. Ama “Şam’daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerede, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerede? Şam’dakiler, şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur. Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber “Madem ki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim” der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır. “Medine’deki halifenin size mesajıdır” der. Vali, bu cümleyi okuyunca sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde başını kaldırıp şöyle der; “Arsanız size geri verilmiştir.”

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememiştir. Merak ve dehşet içinde sorar. “Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız?” der.

Şam Valisi Hz. Sad, “Bak, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın: İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer, İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken birileri, zorla elimizdeki develere el koydu. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da, ‘Gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder’ dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim, krala tercüme etti. Kral Nuşirevan, dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de ‘Memleketinize dönün’ dedi.

Biz, tekrar hana döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı, sonucu öğrenince son derece üzüldü ve ‘Burada bir hata var’ dedi. ‘Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım’ teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık. Hancı, durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize ikişer kese altın verdi, ‘Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin’ dedi. ‘Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın’ talimatını verdi. Biz de bir şey anlamadan huzurundan çıktık. Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. ‘Neler oluyor?’ dedik. Hancı şöyle dedi: ‘Sizin develerinize el koyan kişi, Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı ama neden ayrı kapılardan gidin dedi ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız’ dedi.”

Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: “Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum, ‘Kim bunlar ve suçları ne?’ diye. Dediler ki, ‘Bunlardan biri, Nuşirevan’ın büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan, ikisini de asarak idam etmiştir.’ Nuşirevan, kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük. İşte Hz. Ömer, senin eline verdiği deri parçasının üzerine ‘Bilesin ki ben, Nuşirevan’dan daha az adil değilim’ sözüyle bana bunu hatırlatıyor. ‘Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi’ diyor. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?”

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe eder ve hem de İslam dinine girer.

Hz. Ali’ye sordular: “Devletin dini olur mu?”

Şöyle buyurdu: “Devletin dini adalettir, adaleti olmayan devlet dinsizdir.”

Adaletle kalın.

Adalet

Adalet…

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Geçen hafta ülkenin gündeminde kuşkusuz ADALET yürüyüşleri ile İstanbul’da sonlandırılan ADALET mitingi vardı. Eylemler, her ne kadar bir siyasi partinin öncülüğünde ve liderliğinde başlasa da ADALET, sadece ülkemizin değil tüm dünyanın sorunudur.

Adalet kavramının öne çıkarılmasını bir siyasi partiye bağlamadan, evrensel bir değer olan hukuka sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlığın, üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü öne çıkarması ve bu ilkeyi her dönemde savunması gerektiğini düşünüyorum.

Bu çerçeveden bakıldığında pazar günü İstanbul’da toplanan yüz binlerce insanın mücadelesinin, bir siyasi partiye desteği değil bir evrensel değere desteği olarak yorumlanması gerektiğini düşünüyorum.

“Adalet mülkün temelidir”

İslam halifesi Hazreti Ömer’e ait olduğu söylenir.

Kendisinden alınan verginin azaItıImasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen bir kişi tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğrayan Halife Ömer bin Hattab, üç gün sonra hayatını kaybetmiştir. İntihar eden saldırganın adı bugün hatırlanmamakta ama “Adalet mülkün temelidir” sözünü söyleyen Ömer bin Hattab; yüzlerce yıl sonra bile hayır, iyilik ve saygıyla anılmaktadır.

Sözün kaynağını belirtmeyeceğim. Batılı bir düşünürün, “Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir” sözü de çok önemlidir. Kim söylemişse söylesin, kazancımızı adaletle temellendirmeliyiz.

İslam peygamberi Hazreti Muhammed de “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır” demiş. Cümlenin anlamı çok net. Ne kadar ibadet ederseniz edin, ne kadar Allah’ın adını anarsanız anın, “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır”

“Kanunlar örümcek ağları gibidir: Zayıfları ağa yakalanır, güçlülerse ağı delip geçer” sözünün sahibi ünlü Fransız yazarı Balzac, kötü adaletin tarifini yapar.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise, “Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır” demiştir.

**

İçinde bulunduğumuz haftanın da kuşkusuz en önemli olayı, 15 Temmuz kalkışmasının yıldönümü olacaktır. Öncesi ve sonrası ile çok tartışılan 15 Temmuz darbesi, bilindiği gibi Türkiye ve dünyada ilk kalkışma değildir. Buradaki ‘kalkışma’ ulusal iradeye karşı zorla yapılan darbe anlamındadır.

Çok gerilere gitmeden ve tarih dersi vermeden 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini, darbecileri açısından ‘başarılı’ olmuş kalkışmaları arasında sayabiliriz.

Dünyanın gördüğü en büyük katil Hitler, seçimle gelmiştir. Hala savunucuları vardır… Bütün darbelerin de ülke içinde savunucusu olmuştur.

Darbelerde, darbeciler başarılı olunca başa geçer, başarısız olunca da dara giderler. Darbeler, özetle çıkarlar savaşıdır. Saydığım ilk üç darbede darbeciler başa geçmiş, direnenler ya hayatıyla ödemiş ya da mağdur olmuştur. Direnenlerin kimine şehit, kimine terörist denilmiştir.

15 Temmuz darbesi de bana göre öncekilerde olduğu gibi kanlı bir ABD müdahalesidir.

Bu yazımda, konuyla ilgili yapılan tartışmalara girmeyeceğim.

Ama yazdığım gibi darbeler, ulusal egemenliğe vurulan kanlı bir yaradır.

Atatürk’ün dediği gibi de “Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır”

TV başında oturup sıcak koltuklarda sorumluluk sahibi insanları alkışlamak yerine darbe karşıtı ve adalet yanlışı gösterilerde küçük bir damla olabilmeyi onurlu bir davranış olarak görürüm. Vicdan sahibi olmak, insani bir erdemdir.

Şahsen 60’tan sonraki, okuduğum ve bildiğim darbelere karşı vicdan sahibi olduğumu düşünüyorum. Olayları sadece ‘yaşa’ veya ‘kahrol’ sözleri ile değil, nedenleri ve niçinleri, öncesi ve sonrası ile değerlendirmesini bilmeliyiz. Ve adaleti hayatın her alanında savunmalı, adil olmayı erdem saymalıyız.

Dünyadaki ‘bizim adam’ kayırmacılığına ses çıkarmıyor, düşman gördüklerinize her türlü davranışı reva görüyorsanız, dilsiz şeytansınız.

Adalete EVET, her türlü darbeye HAYIR.

Adalet…

ADALET

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Adalet yürüyüşü, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na yirmi beş yıl hapis cezası ve tutuklama kararı verilmesiyle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüme kararı alması üzerine, İstanbul’a İzmir ve Ankara’dan başlayan yürüyüşün adıdır.

19 Ocak 2014’te Suriye’ye giden üç tır, Hatay’da Adana özel yetkili savcılık talimatıyla Kırıkhan Savcılığı tarafından durduruldu ve TIR’lara refakat eden araç içerisindekiler ve TIR içerisinde yer alan bir kişi, Kırıkhan Başsavcısı ve Kırıkhan savcısına, Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensubu olduklarını ve araç içerisinde yer alan malzemelerin “devlet sırrı” niteliğinde olduğunu ifade etmişti.

Dönemin Hatay valisi, personelin MİT personeli olduğu ve araçların MİT’e ait olduğu belirtilen talimat yazısıyla tır aranmadan jandarma tarafından yola devam etmesine izin verildi. Fakat TIR’ların önü daha sonra polislerce kesildi ancak daha sonra emniyet güçlerinin geri çekilmesiyle TIR yoluna devam ederek Suriye’ye geçmişti.

Cumhuriyet Gazetesi’nde bu tırların görüntülerinin yayınlanması üzerine gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile gazeteci Can Dündar tutuklanmış, daha sonra da darbeye kalkışmak suçundan beraatlerine, silahlı terör örgütüne üye olmaksızın yardım etmek suçundan dosyalarının ayrılmasına ve devletin gizli belgelerini açıklama suçundan 5 yıl ve 5 yıl 10 ay hapis cezasıyla mahkumiyetlerine karar verilmişti.

Geçtiğimiz 14 Haziran’da ise MİT tırları görüntülerini eski Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdiği iddiasıyla “Devletin gizli kalması gereken bilgi ve belgelerini askeri ve siyasal casusluk amacıyla temin etme” ve “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme” suçlarından yargılanan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na yirmi beş yıl hapis cezası ve tutuklama kararı verildi.

Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Elimde sadece ‘Adalet’ yazan afiş olacak. Yürüyeceğim. Bıçak kemiğe dayandı. Kaç gün sürer bilmiyorum. Durmadan yürüyeceğiz” diyerek yürümeye başladı.

Milletvekillerinin elbette dokunulmazlığı olmalıdır ama bu dokunulmazlık, kürsü dokunulmazlığı denilen siyaset yapmasına ve dolayısı ile vekili olduğu halka hizmet etmesine kolaylık sağlayacak, herhangi bir güç odağından korkmadan, özgür ve bağımsız davranmasını sağlamak için olmalıdır.

Bu nedenle dokunulmazlık, bir milletvekilinin ister terör suçu olsun ister hırsızlık, adam öldürme gibi adi suçlarda dokunulmaması anlamına gelmemelidir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, Balbay-Haberal kararı olarak bilinen bir ilke kararında, milletvekillerinin tutuksuz olarak yargılanması gerektiğini belirtmiştir.

Bu çerçevelerde CHP, dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demiş idi, ancak aradan geçen zamanda görülüyor ki, 15 Temmuz’dan bu yana FETÖ soruşturma ve yargılamalarında ilk tutuklanan milletvekili İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu oldu.

Berberoğlu, bir sarı öküz değildir. Hani duymuşsunuzdur kurt sürüsüyle öküzlerin anlaşmasını, rahat etmek için kurtlara ilkin sarı öküz verilmiş, zamanla güçten düşen öküz sürüsü, semirmekte olan kurtların her istediğini vermek zorunda kalmıştır…

7 Haziran Seçimleri’nden sonra koalisyon kurmak için ikinci en çok oyu alan ana muhalefet partisine yetki verilmemesi, dokunulmazlıkların kaldırılması ve ülkede 50.000’i aşan FETÖ terör örgütü suçlamasıyla tutuklulara rağmen hiçbir milletvekiline soruşturma açılmamış iken Enis Berberoğlu’nun tutuklanması, siyasal yaşamımızda hep birer dönüm noktasıdır aslında.

Siyaset ile hukuk ayrı düşünülemese de, siyasi güç yargıdan ayrı ve bağımsız olmalı, kimse yargıyı etkilememelidir. Adaleti, hukuk devletinde mahkemeler sağlar. Hukuk devletinde mahkemeler zaten bağımsız ve tarafsızdır. Şiddet ve hakaret içermeyen yürüyüş de demokratik bir hak ve tepkidir.

Siyaset ve milletvekilliği dahil her tür makam ve mevki, hiçbir suçu örtbas etmemelidir. Suçlular, ama asıl suçlular, gerçekten suç işleyenler er geç hesabını verecektir.

Aklımda sadece adalet düşüncesi var…

Eğer bir ülkenin ana muhalefet lideri elinde adalet yazısıyla yürümeye başlamışsa herkes düşünmelidir.

ADALET