Kumaşlar, renkler ve yasaklar

Tarih boyunca hükmeden güç, halkın üzerinde etki bırakan işaretleri bünyesinde toplamaya ve bunları sadece kendisi kullanmaya...

Tarih boyunca hükmeden güç, halkın üzerinde etki bırakan işaretleri bünyesinde toplamaya ve bunları sadece kendisi kullanmaya gayret etti. Çünkü görkemli bir görünüş, gücü temsil ediyordu ve devlet içinde önemli bir rolü vardı. Birçok hanedan da sırf bu yüzden bazı lüks eşyaların kullanımını sadece saraya ait bir ayrıcalık olarak gördü. Görkemli bir görünüş sağlamanın en etkili yollarından biri ise değerli kumaşlardı ve geçmişte ipek, bu kumaşların en değerlilerindendi.

Çin’de en çok ipek, tacirlerin elindeydi ve yaptıkları ticaret sayesinde devlet gelirlerini önemli ölçüde arttırmışlardı. Buna rağmen ticaretle uğraşan bu insanların ipekten dokunmuş kıyafetler giymeleri yasaktı. İpekli giysi kullanımının yaygınlaşmasından sonra bile bazı ipek kumaş türlerini kullanma hakkı, sadece saraya ait olarak kaldı.

İpeğin kullanım alanı da son derece genişti. İmparatorun katıldığı büyük törenlerde kutsal bir giysi olarak, saray mobilyalarının döşemelerinde, arabaların dış kaplamasında, tahtırevanlarda, bayraklarda, flamalarda zengin motif ve parlak renkleriyle dini tören, bayram ve de alaylarda hep ipek başrolde oluyordu.

Bu değerli kumaş sadece Çin’de değil, buradan sonra Doğu Asya ve Roma arasındaki tüm antik dünyada toplumsal konumu, ait olunan sınıfı gösteren en önemli sembollerden biri oldu. İpek, ayrıca kapitalist sistemin ilk biçimlerinden birisidir çünkü sadece onu giyenin zenginliğinin ve toplumsal statüsünün bir ifadesi değil, aynı zamanda sermayedir. Yani ipek; Doğu-Batı arasındaki ilk döviz, ilk değiştirilebilir değerdir. İpek, geçmişte o kadar çok arzu edildi ki neredeyse altın, gümüş ve değerli taşlarla eşit değerde bir para birimi sayıldı diyebiliriz.

Çin’de tek başına kumaşlar değil, renkler de önemliydi. Örneğin sarı renk, imparatorluğun rengi kabul ediliyordu ve sadece kumaşta değil sırlı çatı kiremitlerinde, porselenlerde, mobilyalarda bile imparatorluğu simgeliyordu. Dolayısıyla sarıyı kullanmak, yalnızca imparatorun ayrıcalığıydı.

Kumaş ve renkten başka statü belirleyen bir diğer şey ise kıyafetlerin şekliydi. Mevkilere göre farklı kıyafetler dizayn ediliyordu. Ayrıca tören, davet, cenaze ve yas gibi durumlar da kıyafet tasarımını etkileyen olaylardı. İmparator, imparatoriçe ve devlet memurlarının iç işleriyle ilgili resmi bir toplantıda, bir davette, törende, cenazede ya da ayinde giyeceği kıyafetlerin bir standardı vardı. Bunlardan bazıları, çok daha önemliydi ve sıkı kurallara bağlıydı. Dini bayramlar, ölenleri anma törenleri, devlet memurluğu sınavları gibi temsili durumlar, kıyafet kurallarının sıkı uygulandığı zamanlardı. Mesela atalar tapınağındaki bir törende imparatoriçe, siyah basit bir kıyafet giyerken diğer kadınlar ise mor renkli giysiler giymek zorundaydılar. Böylece toplumsal düzen, bir saray merasiminin dış görüntüsünde kıyafetlerin biçimi ve rengiyle yansıtılmış oluyordu.

Renklerin ve kumaşların onu giyen kişinin toplumsal statüsünü yansıtması durumu yalnızca Çin’de değil, diğer devletlerde de mevcuttu. Örneğin I. Elizabeth İngiltere’sinde de Antik Roma’da olduğu gibi mor kıyafetli bir erkek ya da kadın görüldüğünde derhal bir hanedan üyesi olarak tanınırdı. Ayrıca altın, gümüş, kırmızı, bordo, derin çivit mavisi, derin siyah ve saf beyaz da en yüksek soylular tarafından giyilebilen renklerdi. Bunun sebebi; parlak ve koyu renk üretiminin daha maliyetli olması, dolayısıyla kumaşın da daha pahalı hale gelmesiydi. Ancak yine de kişinin zengin olması, bu renkleri kullanabileceği anlamına gelmiyordu. Giysilerin rengi, kumaşı, şekli onu giyecek olan kimselerin zenginliğinin yanında statüsü, rütbesi ve pozisyonu tarafından belirlenirdi.

Toplumun alt tabakasına mensup kişilerin sadece üst sınıflar arasında kullanılan kıyafetleri ve renkleri üzerinde taşıması, sosyal ayrım çizgilerini bulanıklaştırdığı için soylular bunu rahatsız edici buluyor, hatta bir saldırı olarak kabul ediyorlardı. Bu nedenle Avrupa’da farklı sosyal sınıflar tarafından giyilebilecek ve giyilemeyecek olan şeyleri düzenleyen yasalar çıkarıldı. “Sumptuary Law” (Harcama Yasaları) adı verilen bu yasalar, aşırı harcamayı denetlemek için konulmuş kurallardı. Fakat bu yasalarda kimin ne giyeceğinin ya da neyi giyemeyeceğinin belirtilmesi, toplum içindeki sınıf ayrılığının sürdürülmesi ve hatta körüklenmesi açısından olumsuz bir nitelik taşımaktaydı.

Çin’de olduğu gibi Avrupa’da da ipek, en lüks ve en değerli kumaştı ancak Avrupa’da da üretilmeye başlanana kadar kullanımı, fiyatından ve sembolize ettiklerinden dolayı yaygın değildi. Ancak hanedan mensupları ve soylular tarafından kullanılabiliyordu. Bunlardan başka ipek kullanabilme ayrıcalığına sahip olan şanslı kesim kiliseydi. Kilise mensupları için ipek, bazı önemli törenlerde ve katedral süslemelerinde vazgeçilmez bir malzemeydi.

Osmanlı Devleti zamanında da birçok değerli kumaş üretilmiştir. Bunlar da yine görkemli bir görünüm sağladığı, güç ve zenginliği temsil ettiği için hanedan mensupları ve yüksek rütbeli kişilerce tercih edilmiştir. Örneğin Osmanlı zamanında “seraser”, altın ve gümüşle dokunan kumaşların en göz alıcısı, en pahalısıydı. Kaftanlarda, taht döşemesinde ve şehzade yorganlarında kullanılırdı. Ancak Osmanlı Devleti’nde Avrupa’daki gibi halkın seraser ve benzeri değerli kumaşları kullanmasına bir sınırlama getirilmemiştir. Buna karşın sıradan halk, böyle bir kumaşı elbette ki kullanamamıştır fakat bunun sebebi, kumaşın üretiminde kullanılan altın ve gümüş teller sebebiyle pahalı bir ürün olmasından dolayıdır.

Türklerde renk seçimine bakacak olursak Çin, Roma, Bizans ve Avrupa’da olduğu gibi hanedana ya da soylulara özel, kullanımı halka yasaklanmış bir renk mevcut değildi. Ancak toplum içinde renkler, elbette ki temsil ettiği şeyler bakımından önemliydi. Seçilen kıyafet ve başlıklar, bireysel bir tercih olmaktan ziyade kişilerin hangi zümreye, tarikata ya da esnaf teşkilatına bağlı olduğunu gösteriyordu. Yine Türk/İslam toplumunda renkler, farklı dinlere mensup olanları birbirinden ayırt etmek için kullanılıyordu.

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde giyim kuşam konusu çok dikkate alınmıyordu. Ancak gayrimüslimler, Müslümanlar gibi giyinmeye başlayınca arada bir fark oluşturmak için renkler üzerinde durulmuş ve birtakım kısıtlamalar getirilmiştir. Örneğin 16. yüzyılda çıkarılan fermanlarda Müslümanların kavuk ve ayakkabılarının sarı, Ermenilerin şapka ve ayakkabılarının kırmızı, Rumlarınkinin siyah, Yahudilerinkinin ise mavi olması emredilmiştir. Fakat çeşitli dönemlerde konulan ve döneme göre farklılık gösteren bu şekildeki kurallar, genellikle çok katı şekilde uygulanmamıştır.

Velhasıl insanlık tarihi boyunca bazı kumaşlar, renkler, kıyafet stilleri gücü, toplumsal statüyü ve ayrıcalığı temsil etmesi; mensup olunan zümre, etnik ve dini farklılık gibi unsurları ortaya koyması bakımından önemli bir yer tutmuştur.

Bakmadan Geçme