Koronavirüs
Geçen hafta salı akşamından beri gündemimiz de gerçeğimiz de koronavirüs hastalığı. Salı akşamı Sağlık Bakanı Fahrettin...
Geçen hafta salı akşamından beri gündemimiz de gerçeğimiz de koronavirüs hastalığı.
Salı akşamı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yaptığı açıklama sonrası Türkiye’de görülen vaka sayısının bir olduğunu duyduğumuz anda pek de bir şey hissetmedik aslında çünkü hayatımıza kolayca girebileceğine ihtimal vermedik. Bir dizi laf salatasının ürünü olduğunu düşündük koronavirüsün.
“Bu ülke ne virüsler gördü. Hadi oradan!” dedik kendi kendimize.
Kuş griplerini, domuz griplerini koyduk önümüze. Canımıza, cananımıza kastetmediğini bildiğimizden koronavirüse de döndük, güldük.
Vaka sayısı üçüncü gün sonunda üçe çıktı. Televizyonlar, gazeteler, sosyal medya günün her saatinde bangır bangır bağırmaya başladı korona tehlikesini. “Yok canım! Daha neler?” dedik. İşimize, gücümüze, eğlencemize baktık.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, kamera karşısına çıktığında şaşkınlığımıza hakim olamadık. Her şeyden çok sevdiğimiz çocuklarımızın sağlığını kaybetmesi düşüncesi bile kalbimizi sıkıştırdı. Ciddiyetin farkına varmaya başladığımızda kolonya dükkanlarını doldurduk hatta sığamadık, taştık sokaklara.
Marketlerde yiyecek, içecek bırakmadık. Ülkemizin yüzde doksan sekizinin Allah, peygamber inancı var. Bu insanlar, beş vakit namaz kılıyor ama panik halinde israfın adını el birliğiyle stok koyduk.
Üzücüdür ki umreden gelenler, öğrencilerin kaldığı ve öğrenciler arasında ‘lüks’ sayılabilecek yurtlara ‘ahır’ benzetmesi yaptı, kaçmaya çalıştı. Bir kez daha başkaları adına utandık, yüzümüz kızardı.
Beşinci gün vaka sayısı, on sekize yükseldi. Televizyonlarda defalarca kez dönen reklamlar; ellerimizi yıkamamızı, insanlarla teması kesmemizi hatta evden dışarı çıkmamamızı söylüyordu.
Bu arada gündemi fırsat bilenler, insanların duygularından, korkularından yararlandı. Yüzlerce kişi dolandırıldı ve ben bunu yazarken de dolandırılmaya devam ediyor.
Altıncı gün Sağlık Bakanı Koca, gazetecileri yeniden topladı. Hatta bu virüs ülkemizden gidene dek bir daha toplanmayacaklarının da altını çizdi ve durumun ciddiyetini kıpkırmızı yorgun bakan gözleriyle bir kez daha gözler önüne serdi. Koca, “Ölen yok ama bu ilerleyen günlerde ölüm olmayacağı anlamına gelmiyor. Nefes darlığı çeken vatandaşlarımız var” dedi. İhtiyaç olmadığı sürece dışarı çıkmamamız, insanlarla yakın temaslar kurmamamız konusunda da defalarca kez uyarıda bulundu. İlerleyen saatlerde de sosyal medya hesabından paylaştı: “Vaka sayısı kırk yediye yükseldi” diye.
İnsanlar, yani biz, ülkemizin gerçeği ile burun buruna “Yarın ne olacak acaba?” korkusuyla kafelerde, kahvehanelerde, meyhanelerde, eğlence mekanlarında konuşurken bu kez İçişleri Bakanlığı’nın öngördüğü kapalı alanların faaliyetlerinin geçici bir süreliğine kapatılmasına karar verdi.
Hatta kapatılmadan saatler önce Ödemişli bir ağabeyimiz, korona morona dinlemedi. Son kez gitti kahvehanesinde beyaz eldivenleriyle okey oynadı. Yani anlayacağınız bu gözler, o fotoğrafı bile gördü.
Korona, öldürücü etkisinin yanı sıra acı verici, ölümcül bir salgın. Bende sende olmaması, aynı ortama gireceğimiz başkasının bu virüsü taşımaması anlamına gelmiyor. Benim tarafımdan durumun ciddiyeti anlaşılmış olsa dahi sen durumun ciddiyetinin farkında değilsen ne yazık ki ikimiz için de risk çok büyük.
Mesleğimiz gereği gezmek durumunda kalıyor ve insanlarla birebir muhatap oluyoruz. Alışkanlık haline gelen tokalaşma geleneğimizi istemsizce sürdürüyor, sonra da “Tüh, ne yaptım ben?” deyip kötü ihtimallere dalmaya başlıyoruz. İş yerinde ya da dışarıda yaşadığımız her temas, hanemizi de riske sürüklüyor oysaki. Hanemiz başka haneyi, başka haneler diğerlerini derken döngü, tam da burada başlıyor. Habere giderken şöyle bir baktım da kronik rahatsızlık oranı yüksek, yaş ortalaması fazla nüfus dışarıda geziyor. Allah aşkına, oturun evinizde!
Ve dün… Koca, Türkiye’de yeni tip koronavirüs nedeniyle ilk ölümün gerçekleştiğini açıkladı. Vaka sayısı, doksan sekiz…
Televizyonlarda, gazetelerde, dergilerde, radyolarda ya da sosyal medyada yapılan uyarıları dinlemek zorunda olduğumuz şu günlerde gereksiz bilgileri kenara atarak yapmamız gerekenler; olabildiğince teması kesmek. İş hayatımızdan arta kalan vakti evimizde geçirmek. Ellerimizi sık sık yıkamak. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek şekilde dengeli beslenmek. Uykumuza özen göstermek.
Şunları dahi maksimum seviyede yapsak bugün çok konuştuğumuz İtalya gibi olmayacak sonumuz.
Türkiye,
“İtalya’da doktorlar insan seçiyor” cümlesi korkutsun hepimizi.
İtalya’daki hastane manzaralarından ürkelim.
Çünkü o manzaralar, bizim de gerçeğimiz artık.