Kerkoporta kapısı

Ülke ekonomisinde Dolar çanları çalarken biraz da tarihe not düşülmüş bir olayı gündeme taşımak istedim. Stefan...

Ülke ekonomisinde Dolar çanları çalarken biraz da tarihe not düşülmüş bir olayı gündeme taşımak istedim. Stefan Zweig (28 Kasım 1881-22 Şubat 1942), Avusturyalı ünlü bir yazar. Pek çok yapıtını zevkle okudum. Geçenlerde rafta yeni bir kitabına rastladım. Adı, Bizans’ın Fethi. Çok bilindik bir konu olmasına karşın yabancı bir yazar, -bu Zweig olunca- gözüyle olay nasıl irdelenmiş merak ettim.

Dünya tarihinde önemli bir dönüşümü sağlayan İstanbul’un fethinde Fatih’in hem inanç hem askeri üstünlüğü olmakla birlikte kapısı açık unutulmuş bir sivil girişin birkaç yeniçeri tarafından fark edilişinin ne denli önemli olduğunu usta yazarın kaleminden okuyalım.

“Hiç hesaba katılmayan bir olay gerçekleşir. Saldırırının en güçlü yapıldığı bir noktada dış surlarda açılmış bir gediğe bazı Türk askerleri girmeyi başarır. İkinci sıra surlara sokulmaya ise henüz cesaret edemezler. Ancak merakla sağa sola giderlerken iç sur kapılarından birini keşfederler. Kerkoporta denen bu kapı bu küçük kapı, inanılmaz bir dikkatsizlikten açık kalmıştır. Barış günlerinde büyük kapıların henüz açık olmadığı saatlerde yayaların kullandığı, askeri önemi olmayan bu küçük kapı, son gecenin koşuşturması ve heyecanıyla unutulmuş olsa gerekti. Merakla dolaşan yeniçeriler, Bizanslıların bütün güçleriyle korudukları surlarda bir kapının açık durmasına çok şaşırırlar. Bunun bir savaş tuzağı olduğunu düşünürler. Çünkü surlarda her gediğin her mazgal deliğinin ve kapının önünde binlerce ceset yığılı dururken saldıranların üzerine kızgın yağlar dökülür, oklar yağdırılırken Kerkoporta’dan gezinir gibi kente girilebilmesi, onlara ilk anda çok saçma görünür. Ne olur ne olmaz diye başkalarını da çağırırlar. Kısa sürede bir birlik asker hiçbir dirençle karşılaşmadan kente girer ve olup bitenden habersiz dış surlarda savaşan Bizanslıları arkadan çevirir. Türklerin kenti ele geçirdiğini sanan askerler, çığlıklar atmaya başlar: “Kent düştü!” Bir savaşta böyle çığlıklar insanların alınyazısını belirler, çünkü onlar top ateşlerinden daha güçlüdür. Bu çığlıklar da savaşan askerlerin bütün gücünü kırar. (…) Bir toz tanesi kadar küçücük bir rastlantı, Kerkoporta, açık unutulmuş o kapı, dünya tarihinin gidişini belirlemiştir.” (*)

Hayatta herkesin yıldızın parladığı anlar vardır ancak o anı yakalayabilenler başarı merdivenlerini çıkabilmişlerdir. Evet, Fatih Sultan Mehmet çok donanımlı, iyi eğitimli, Latince dahi bilen, hırslı ve inançlı, iktidarını sürdürebilmek için beşikteki kardeşini dahi öldüren bir kişilik, daha da önemlisi kalyonlarını karadan Haliç’e indirebilmiş bir liderdir. Bütün bu özelliklerine karşın Kerkoporta kapısını tesadüfen keşfeden o yeniçerilerin çabasıyla 29 Mayıs 1453 tarihinde Bizans İmparatorluğu tarihe karışabilmiştir. Kimileri bunu söylerken Fatih’i küçümsediğimi sanabilir, hiç önemli değil. Önemli olan, şeytanın ayrıntıda gizli olduğunu bilmektir. Yapacağımız her ne iş olursa olsun, ki toplum yararına olanı daha da makbuldür, mutlaka en ince ayrıntısına kadar ele alarak planlayıp öyle ortaya çıkmaktır.

Karadeniz’de yaşanan son sel felaketlerinin ağır bedelini sakalla, tıraşla, güya tarihe gönderme yaparak açıklamanın hiçbir anlam ve değeri yoktur. Almanya’da görevliyken yaşadığım aşırı yağmurlu günde sokak ve caddelere ağaçlar devrildi, gök rengini tamamen değiştir, apartman bodrum katı suyla doldu. Böyle felaketi alt yapısı çok sağlam olan kentte tüm hasarlar, iki üç saat içinde düzene girdi. Devlet adamlığı, tribünlere hamaset kokan laflar etmek değil, icraatıyla, planlamasıyla ülke yararına, toplum ve insanlık yararına güzel işler başarmaktan geçer.

Türkiye, 20 yüzyıl başında büyük kurucu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le çağdaş bir ülke olma yolunda büyük bir şans yakalamıştı. Onun altı ilkesinin en önemlisi olan laiklik ilkesi, -ki bence devletin Kerkoporta kapısıdır- 12 Eylül askeri darbesiyle bilinçli olarak açık bırakıldı. O günden beri elini kolunu sallaya sallaya giren şeriat yanlısı bile diyemeyeceğim pek çok akım, bugün Atatürk Cumhuriyeti’nin yıkılışını ilan etmekle meşguller.

Söylenecek söz çok, ceremesini çekecek biz olduktan sonra, çal oyna, gül oyna ey güzel halkım!

(*) Bizans’ın Fethi, Stefan Zweig, Çev. Ahmed Arpad, s.85-86, Everest Y., 2. Basım Temmuz 2018, İstanbul.

Bakmadan Geçme