KENTSEL DÖNÜŞEMEYENLER!

Bizim milletimizin çoğu, başkalarını gözlemlerken kişisel huzurun, mutluluğun, başarıların kerametinin insanların bulundukları yerlerde, çalıştıkları mevkilerde, giyindikleri...

Bizim milletimizin çoğu, başkalarını gözlemlerken kişisel huzurun, mutluluğun, başarıların kerametinin; insanların bulundukları yerlerde, çalıştıkları mevkilerde, giyindikleri kıyafetlerde ve hatta mevcut yerlerdeki dayılarda (!) saklı olduğunu düşünürler. Orada çalışan kişinin ferdi başarısının olabileceği, iç huzura sahip olduğu, toplumsal kültürü iyi tanıyıp, elinden gelen faydayı sağlamak adına mesai harcadığı asla görülmez.

Ha bu durumların bir eğitim ayağı var bir de alaylı dediğimiz, temelden yetişen saha tecrübesi olan bir grup var. Eğitimli alaylıyı beğenmez, alaylı eğitimlinin dirsek çürütmedeki zaman harcamasını beğenmez. Yani yapı olarak, tecrübe ve bilgiye gereksiz yere birbiri ile çatışma ortamı hazırlarız.

Hadi bakalım; tecrübe mi galip gelir bilgi mi? Bu konudaki yorumu sizlere bırakıyorum. Hatta boş vakitleriniz varsa, kahvelerde zaman öldürdüğünüz dönemler harici (çünkü erkekler için stres atma ve dost sohbetlerinin hatta iş konularının geçtiği taçsız mekânlardır. Bilirim!) e-posta ile de bana dönüş yaparsanız mutlu olurum.

Başlıktan ne anlatabildim bilmiyorum ama bugün ki derdim benim, insanların tek katlı binalardan, çok katlı binalara geçtiklerinde bir anda uyum sağlayacaklarını ya da çağ atladıklarının düşündürülmesidir.

Hep eğitim diyoruz! Bu eğitim illa üniversite olarak anlaşılmamalıdır. Ah keşke %98 oranında (%2 de okumayan olsun hadi…) okuma oranımız, üniversite mezun sayımız ve hatta bunların hepsinin de hak ettikleri yerde hak ettikleri maaşlarla çalışıyor olduğu gerçeği hoş olmaz mıydı! Sizce de?

Şimdi konuya daha net ve detaysız gireceğim: iş tecrübesi, bulunduğu görevle ilgili yeterli eğitime sahip olmayan birinin, kendisine verilen görevi en iyi şekilde icra edebilmesi için, bir; kendinin eksik olduğunun farkına varabilme büyüklüğüne sahip olması, iki; bunu en aza indirebilmek için ek eğitimleri kovalaması, üç; bunları düşünebilmesi için, o ar duygusuna sahip olması ve de dört; adalet terazisinin vicdanla eşleşerek dengede durmasını sağlayacak kalitede bir kumaşa haiz olması gerekir.

Peki, şimdilerde kaçımızın kaçı böyle? Ne siz sorun da ne de ben söyleyeyim. Ki sizler de zaten sahada bunları en az benim kadar gözlemliyorsunuzdur.

İnsanların eksiğini söylemeyenler, yeterli ikazı ve değişimi için konuşmaktan geri duran herkes o her kim ise onun için kötülükten başka bir şey yapmıyordur. Hatta bununla ilgili size bir örnek anlatmama izin veriniz; bundan yıllar önce Antalya’ da bir ajansım var ve beni bir akşam şiir dinletisine çağırdı dostlar ve onların tanımadığım dostları. Neyse gittik birlikte, biri kalktı şiirini okudu, diğeri kalktı şiir sandığını okudu ve diğerleri derken benim orada da yine Karadenizli damarım tuttu tabi. Neden mi? Yahu adam kalkmış, kendi yazdığını okuyamazken, şiirin kenarından köşesinden geçmezken imla hataları ile olan yazısı, bizimkiler ve yanlarında ki onlarınkiler (!) “üstat harikasın, muhteşemsin üstat” diye diye birinden diğerine alkış kıyamet gibi. Yahu dedim etmeyin gözünüzü sevdiğim, bunlara üstat diyorsanız. Gerçek şairlere ayıp etmiş oluruz. Etmeyin, gitmeyin dedim ve sonra beni bir daha gece toplantılarına çağırmadılar (!)

Her ne olursa olsun, bu şeye benzer. Hani tek katlı evlerde yaşamaya alışmış, bağında bahçesinde hayvanına bakan insanları, alıp çok katlı binalara yerleştirip. Onların o bina kültürüne uymalarını beklemek gibi bir şey. Önce o insanlara o kültürü verebilmek lazım. E yıllarca keyfine göre kapısının önünde yaşamış insanı siz alıp kapalı apartmanlara koyamazsınız. Koyarsanız sadece binayı kentsel dönüştürebilirsiniz. Ha peki ne yapacağız ? Apartmanlarda yönetim oluşturulmalı büyük şehirlerdeki gibi, kurallar koyulmalı. Kendi dairesinin kapısının önüne ayakkabı koymaması gibi, ya da balkondan aşağıdaki balkona kadar çamaşırlarını asmaması gerektiği gibi, ya da çöplerini belirli saatler aralığında atmaları gerektiğinden tutun da, o çöplerin ağızlarının bağlı olmaları gerektiğine kadar anlatılmalı. Mesela balkondan kimse yok diye caddeye çaydanlığın içindeki çayı atmamayı bilmeli o insanlar. Gibi gibi bunların çok fazla örnekleri var.

Bu eksiklikten hepimiz mesulüz. O caddede o mahallede bulunan hepimiz, muhtarından, basınına, müdürlerinden, oda başkanlarına kadar hepimizin sorumluyuz. Çünkü insanların gelişmeye ve değişmeye betonlarından önce kendilerinin ihtiyaçları var. Her şeyin yüzeysel dönüştürülmeye çalışıldığı dönemde, asıl ihtiyaç olan önce insanı dönüştürmek gerekmektedir.

Diye bu haftaki yazılarıma da bununla son veriyorum. Hafta başı görüşmek üzere efendim.

Tanrı, yüreğindekini beyninde güzelleştirip, kelamını şiir tadına dönüştüren gerçek dostlarla karşılaştırsın inşallah.

Sevgiler

Bakmadan Geçme