Kente ihanet etmek ve belediyecilik
Geçen ay içinde suyun başından, yüksek perdeden, 'Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre...
Geçen ay içinde suyun başından, yüksek perdeden, “Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum” söylemi; İstanbul’un uzun zamandır bilimselliğe, ideal yaşam kültürüne ve kent planlaması genel ilkelerine ters, yaşanılamaz, arsa rantının ve siyasetin elinde, sağlıksız beton yığınlarına dönüştürüldüğünün ve hala devam ettiğinin acı itirafıydı…
Sadece İstanbul mu?
İnşaat ve yarattığı kapitalist ekonomiye teslim olan ülkenin dört bir tarafı…
Ve tabii Ödemiş’te de…
Kentimizde yaşamı iyileştirmek amacıyla bir önceki belediye yönetimi döneminde kararı alınıp mevcut belediye yönetimince iki yıldan fazladır üzerinde çalışılan Ödemiş İmar Revizyon Planı ve plan notları artık sona yaklaştı. Ben de bilgim dahilindeki fikirlerle belediyenin uzunca süredir devam eden İmar Komisyonu toplantılarında bir üyesi olarak destek vermeye çalıştım…
Şehir bölge planlamacı ve Ödemiş kökenli, kentimizi ve kültürünü iyi tanıyan iki plancı tarafından üzerinde çalışılan projeler, aslında bir gerekliliği, uzun vadeli düşünülmüş sosyal yaşamı iyileştirmeyi de amaç edinmişti. Kesinlikle de doğruydu…
Diğer taraftan bütün bu doğrular, doğal olarak Ödemiş’teki herkesi memnun etmeyebilir. Arazi rantının vahşi kapitalizm ateşinde siyasetle harladığı ara değişimden, plan notları ile oluşan kurallardan ve plan ayrıntılarından olumsuz etkilenenler, hoşnutsuz olanlar çıkabilir. Bazen, bazıları amansız devasa beklentilerine karşılık bulamayabilirler…
Oysa bu tarz binlerce insanın, binlerce metrekare özel arazinin geleceğini bağlayan genel tasarımlarda asıl olan; toplumsal kaygılardan olgunlaşan, kentin yaşanabilir geleceğidir. Bu da ancak bilimsel, evrensel ve yöresel kültürel özelliklerden harmanlanmış, sosyal yaşamla ilgili bütün meslek disiplinlerin sinerjisinde, kent ölçeğindeki makro ölçekli planlar ile olur…
Daha önce imara açılmış ve önümüzdeki zaman diliminde, yeni revize imar planına göre yeni oluşacak yapı adalarındaki yapılaşma kurallarını belirleyen plan notlarında muhalefet şerhimi iki eksik noktada koymak zorunda kaldım: Peyzaj projesi ve bina altında otopark…
İnşaat yapılacak parseldeki yapı taban alanı, bahçe alanından küçükse bitkisel, yapısal, vaziyet, sulama ve drenaj, detay projelerini ayrı ayrı içeren, plan notlarının da olduğu, büro tescilli, oda kayıtlı bir peyzaj mimarı tarafından hazırlanan “Peyzaj Projesi”nin, yapı ruhsatı aşamasında Ödemiş Belediyesince aranması isteğim, hemen herkesce “hayali” görüldü. 981 belediyenin olduğu Türkiye’de 20’si hiç bir şarta dayanmaksızın, 83 belediyenin peyzaj projesi istemesine, 1 Ekim 2017 tarihinde yürürlüğe giren “Toplu Alanlar İmar Yönetmeliği”nde yapı ruhsatında peyzaj projesi zorunlu hale getirilmesine, hatta Danıştay’ın meslek odasınca açılan davada emsal kararı olmasına rağmen…
Yeni oluşacak yapı adalarındaki parseller 400 metrekare ve üzeri olacağına göre kentin planlı siluetinde yaşanabilirliği, çocuk oyun alanları, güvenliği, yürüyüş yolları, toplanma ve açık alanları bir bilimsel disiplin içinde planlanmalıdır. Bu da şüphesiz peyzaj mimarları, şehir bölge planlamacı, mimar, inşaat mühendisi, sosyolog vb. mesleklerin birlikteliğinden ya da ayrı ayrı ürettikleri bilimsel, sürdürülebilir projelerle mümkün olur.
Tüm Türkiye’de olduğu gibi Ödemiş’te de gerek kentsel dönüşüm alanlarında gerekse yeni parsellerde bir inşaat çılgınlığı var ve kontrolsüzce betonlaşıyoruz. Genel kuralların ve yeteri sayıda olmayan teknik insan kısıtlamasındaki belediyelerin imar, yapı kontrol kısımları, betonlaşma, arsa rantiyesi, siyaset ve yaşanabilir kent arasında “biçare” yazık ki…
Bir bina yapıvermek, ruhsat aşamasında mimari, mühendislik projelerini denkleştirip, arka bahçe ve geçiş alanını betonlayıp otoparkı çözüvermek kadar basit mi gerçekten?
Basit ve yasak savan zihniyetle yapılan bu yapılaşma, şehrin göbeğindeki kargaşayı, yoğunluğu, plansızlığı, otoparksızlığı, betonları; havzanıın verimli topraklarındaki yeni yapı adalarına taşımaz mı?
O binada yaşayanların karda kışta, baharda, yazda, dört duvar arasında olabilmenin ötesinde beklentileri olamaz mı?
Sürdürülebilir planlı, ulaşılabilir, güvenli, rahat, nefes alan, estetik ve tabana yayılan yeşil alanlara, çocuk oyun alanlarına, yürüyüş alanlarına, bahçelere, sosyalleşme alanlarına ihtiyacı olmaz mı Ödemişlinin?
Üstelik bütün bunlar bilimsel süzgeçten geçirilerek sürdürülebilir, tasarım süreci uzun, drenaj ve sulama projeleri ile, bitkisel ve yapısal projeler ile, bir peyzaj mimarı tarafından hazırlanan peyzaj projeleri, diğer mimari, mühendislik projeleriyle bütüncüllük içinde yapılamaz mı?
Belediyeler; park-bahçe müdürlükleri dışında, imar ve/veya yapı kontrol kısımlarında, yapı ruhsatı ve sonrası kontrol, denetim, hatta kentsel tasarımlar için peyzaj mimarları istihdam edemezler mi?
Belediyeler, halkı için var olan sosyal kurumlar olduğuna, bulundukları yerin kentleşme, yapılaşma, sosyal yaşam, refah ve sağlıklı bir çevrede yaşanabilirliği amaç edinmiş, şehrin en büyük, en donanımlı, en planlı kurumları olduğuna göre, bu tarz büyük ölçekli planlarda daha ileri görüşlü olmaları gerekmez mi?
“Aslında siz haklısınız ama peyzaj projesi Ödemiş için lüks” ya da “Peyzaj projesi, Ödemiş için gereksiz” söylemi, peyzaj bitkileri cenneti Ödemiş’in betonlaşmasına, çarpık kentleşmesine ve içinde yaşamaya çalışan insanların mutsuzluğuna yol açmaz mı? Hatta “Peyzaj projesi lüks” derken Ödemiş büyük köy olarak mı görülüyor acaba?’ sorusu akla geliveriyor…
Ödemiş’te toplam inşaat alanlarının yüzde birine bile tekabül etmeyen, kent silueti ve genel yaşam kalitesini etkilemeyecek kadar az olan 1000 metrekare üzeri ve/veya ikiz-ayrık nizamlardaki parsellerde, villa, site, toplu konut, iki blok ve üzeri inşaat alanlarında peyzaj projesini zorunlu kılmak, sağlıklı kentte, sürüdürülebilir çevrede yaşamı tabana yayar mı?
Yurt dışındaki planlı kentleri, gerek televizyonlardan, gerekse yerinde gezerek görüp iç geçirmekle, “niçin bizim şehirlerimiz böyle değil” demekle, yaşam mekanlarımız yaşanılır olmuyor kendiliğinden. Çünkü o özenilen kentlerde peyzaj planlama disiplini ikinci dünya savaşından beri, diğer kentsel tasarım, mimari ve mühendislik planlamarıyla birlikte bütüncül anlayışla yapılageliyor. O yüzden o şehirler yeşiller içinde, daha az beton, daha az kat,daha az karmaşa, daha az trafik içindeler ve o yüzden de uzun, sağlıklı yaşıyorlar…
Asıl acı soru şu: Yukarıda yazdığım tüm ayrıntıları bildikleri, idrak ettikleri halde planlamanın ve karar mekanizmasının içinde olanlar, peyzaj projenin tabana yayılmasının gereksizliğini ve uygulanamazlığını savunanlar, politik bakışa biat edenler, bu kentin geleceğine haksızlık etmiş olmuyorlar mı?
Velhasıl Cumhurbaşkanı haklı (sadece politik söylemi); kente ihanet etmek, salt o çevredeki insanları kandırmak ya da bomba atmak değildir. Plansız, çarpık, trafik ve otopark karmaşası içine, güvensiz, betonlaşmış yapı yığınlarına yani vahşli kapitalizmin kucağına atmaktır aynı zamanda şehri…