Kendini Tanımadığını Kabul Et!
Sevgili dostlar, dün yazdığım köşe yazımın sonundaki paragraftan başlamak istiyorum ki bugünkü yazıyla entegre olabilsin. İnsanların...
Sevgili dostlar, dün yazdığım köşe yazımın sonundaki paragraftan başlamak istiyorum ki bugünkü yazıyla entegre olabilsin.
İnsanların aralarındaki çatışmaların en büyüğünün onları en çok sevenlerle olduğu konusunda sanırım birçoğumuzla hemfikiriz. İşimizin azlığında, nakit sıkıntısında, istediğimiz bir şeyin olumsuzluğunda, hatta bazıları var ki evlerinde eşleri varken dahi başka limanlardaki olumsuzluklarında bile onları seven insanların canına okumaya utanmıyorlar. Sorar biri, “Neyin var, işler mi bozuk?” “”Sen anlamadığın şeylere karışma” diye de ötelenir diğeri.
Bencil olan birey demiyor ki (kadın ya da erkek); “Onun da kendine göre sıkıntıları var. Beni sevmese bunca sıkıntıya yanımda zaten durmaz.” Sıkıntı, para ve iş yapamama ya da Tanrı geçinden versin sağlık ise aynı sıkıntıya diğer partnerde aynı oranda üzülür. İşte bazılarının yaptığı en büyük yanlış, yaşanılan sıkıntının sadece kendini üzdüğü ve diğerinin umursamadığını düşünmesidir. Sıkıntılı durumda bile ego peşindesiniz be kardeşim!
Hayat, sandığınızdan kısa. Sevmek ve istediğiniz yerde olmak, huzurun daha da öncelikle sağlığınızın en güçlü anahtarıdır. Dinlemek, anlamaya çalışmak, kabullenmek, değişime açık olmak, hayatınızı daha da kolaylaştıracaktır.
Ancak her zaman söylüyorum; bizim insanımız ne olduğunu, neyi istediğini ve nasıl çözeceğini asla bilmiyor. Çünkü kendini tanımıyor.
Evet, gelelim dünkü yazımızın devamına; biz kendimizi tanımıyoruz ve en fenası da tanımadığımızı kabullenmiyoruz. Oysa gereksiz egoyu, kompleksi bıraksak inanın daha huzurla ve sağlıkla ömrü geçireceğiz. Çünkü yaşamak, o kadar da zor değil ancak biz arabesk bir toplum olduğumuz için bundan nemalanmaya, bunu bahane ederek insanların bam tellerine dokunmaya bayılıyoruz. Sonra da asıl tavır ortaya çıktığında kabullenmiyoruz. Çünkü sahteliklerden yararlanmak, asalak olmak, olmadığın gibi görünmek de aslında bir davranış bozukluğudur.
Geçenlerde birkaç kişi bir araya geldik ve sohbet ediyoruz. Konu döndü dolaştı eski günler ile şimdiki zamanın kişilik farklılıklarına geldi. Aslında liyakat sahibi olmayanların önemli mevkilerde olduğu, işinde titiz ve doğruluktan yana olanların da hiç de hak etmedikleri konumda oldukları falan filan.
Hani sizlerin de iki üç kişi bir araya geldiğinizdeki tipik konuşmalar. Ancak benim bulunduğum ortam, biraz daha akademisyenlerle doluydu ve bu akademisyenlerden bazıları da bu tarz davranışları farklı yönden ele almış, araştırmış insanlardı. Yaptığımız bir gönül sohbetiydi. Ve muazzam geçmişti.
Akademisyenleri bazılarımız iyi bilirler, teknik terimleri kullanmayı ve halkın anlayacağı dilden uzak açıklama yapmayı tercih ederler diyemeyeceğim çünkü başka türlü konuşmayı çok da bilemezler. Onların bulundukları ortamlardakiler, teknik terimlere vakıf oldukları için sohbetin bazı bölümlerinde “bön bön” yüzlerine baktığım da olmadı değil(!). Sonra gülüşerek “Ha tamam, şunu demek istiyorum” diyerek sağ olsunlar benim seviyeme de inmeye çalıştılar.
Ben, toplumun bazı hallerinden onların içinde olan birey olarak bir şeyler danıştım. Hatta bazen onlarla sohbet ettiğim konularda “Gerçekten mi, sen de bu konulara uzak değilsin” dediklerinde de kanatlarım kabarmadı değil hani (!)
Farklı insanlar tanımak, onlarla istişare edebilmek, bana göre en büyük zenginlik. Şükür ki böyle bir yeteneğe haizim.
Şu kişinin kendini tanıyıp tanımaması ile ilgili durumu ben size kendimden örnekler vererek anlatmak istiyorum. Elbette ki benim de bu olgunluğa erişmem yıllarımı aldı. Acılar, yalnızlıklar, bazen saçma sapan hırslar ve hasretler gibi gibi insana dair birçok yaşamsal format içindeki yaşanmışlıklar, beni neredeyse Nirvana’ya ulaştırdı (!), bilmeyenler ne olduğunu araştırabilir mi lütfen.
Ama şunu öğrendim; hem ben hem benim çevremdekiler. Neyi istediğimi, neyi istemediğimi, neden istediğimi, niçin istemediğimi, ne kadar istediğimi biliyorum. Ve haddimi de sınırlarımı da belirleyebiliyorum. Olaylar karşısında duruşum ve net tavırlarım vardır. Kimi kişiliğime, kimi de “Trabzon sarı inadına” bağlıyor (!).
Ve ben kendimi böyle çok seviyorum. Çünkü sınırlarım ve prensiplerim var. Disiplin ve kurallar silsilesi içinde yaşıyor olmak ve benim sınırımı bilerek aşmaya çalışanlara da net olmayı becerebilmek, benim rafa hiçbir şey atmama ve başkaları için kendimi üzmeme duygusuna erişmiş olmak, benim için bir mucizedir. Zira kendimi uzun yıllar başkalarını memnun etmekle geçirmiş biriydim.
Yani benim gibi kimilerine göre enayi, kimilerine göre iyi kalpli biri bunu başarabilmişse siz de başarabilir, kendinizi tanıma yolculuğuna çıkabilirsiniz. Yarın benim bu yolculuğumu sizinle paylaşacağım. Biliyorum ki içinizden birçoğu, aynı durumları yaşamış ve ancak nasıl kurtulacağını bilemiyor olabilir. Önce teşhis, sonra tedavi ve sonra da zaten sağlık ve huzurunuz sizinle olacaktır. Sistem konuşacağız yarın. Yine bu köşede bekliyorum sizi!
Bugünlük de bu kadar, şimdilik huzur ve şansla kalınız inşallah.
Sevgiler…
Bakmadan Geçme





