Kahve bahane
Türk kahvesi kendisine has pişirilişi, sunumu ve lezzetiyle bambaşka bir gelenek. Tarihsel olarak bakacak olursak 1500’lü...
Türk kahvesi; kendisine has pişirilişi, sunumu ve lezzetiyle bambaşka bir gelenek. Tarihsel olarak bakacak olursak 1500’lü yıllarda Yemen valisinin lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul’a getirmesiyle başlıyor Osmanlı serüveni. Türkler tarafından bulunan yeni pişirme yöntemiyle de buluşunca “Türk kahvesi” kimliğini kazanmaya başlıyor. Açılan kahvehaneler sayesinde de insanlar kahveyle tanışıyor. Çok kısa bir süre sonra da saray mutfağına ve evlere dahil oluyor. Hatta kahve o zamanlar da bile şiir ve edebiyat sohbetlerine eşlik ediyor. Kısaca dönemin sosyal yaşantısına damga vuruyor diyebiliriz. Ayrıca Avrupa’nın da kahveyi bizden öğrendiği bilgisi, pek çok yerde mevcut. Sosyalleşme aracı da diyebiliriz tabi…
Gelelim “kırk yıl hatırına”… Bu hatır, İstanbul Ansiklopedisi’nde şöyle anlatılır: Bir gün bir yeniçeri, bir kahvehaneye gider ve kahveciye herkese birer kahve yapmasını ister fakat bir kişi hariç. Kahve yapılmasını istemediği kişi de bir köşede oturan Rum gemi kaptanıdır. Ardından kahveci, herkese yeniçeriden birer kahve dağıtır. En son da iki kahve yapıp Rum gemicinin yanına oturuverir. Durumu görünce sinirlenen yeniçeri, “Ben sana ne tembihledim?” dercesine hesap sorunca kahveci, “Kaptana yaptığım kahve senden değil ağa, ocaktan!” cevabını verir.
Aradan zaman geçer ve bir adada büyük bir isyan çıkar. Kahveci de Yeniçeri Ocağı’na kayıtlı asker olduğu için bu adaya sevk edilir fakat ada da işler karışıktır. Rumlar, burada ele geçirdikleri Türk askerlerini meydanda satılığa çıkartıp çeşitli işkencelerle öldürürler.
Günler geçer ve kahveci de Rum askerlerin eline düşer, meydanda satılığa çıkartılır. Bir Rum asker de kahveci için uçuk miktar bir para verip kahveciyi alır. Kahveci, doğal olarak türlü endişelere kapılır. Bu esnada onu satın alan Rum asker, “Korkma” demiş, “Sen beni tanımadın ama ben seni tanıdım. Hani bir yeniçeri bana hakaret ettiği zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram eden, Yemiş İskelesi’ndeki kahveci değil misin?” Kucaklaşıp öpüşmüşler.
Hikayeyi bilsek de bilmesek de kahvenin hatırı hem dilimizde hem de gönlümüzde yer almış. Öylesine bir içecek olmaktan çıkıvermiş. Öyle ki kız isteme törenlerinde bile baş tacı yapmışız. Kimimizin sabah ayılmak için koştuğu, kimimizin yemek üstüne yudumladığı, bazen de dost sohbetlerinde beliriveren bir kahraman olmuş. Öyle sevmişiz ki kahveyi, dibinde kalan telvesiyle fallar bakıp eğlenmiş, bunu bir gelenek haline getirmişiz.
“Çayın kalabalıkla arası iyidir. Kahve yalnızlık ister” diyerek yalnızlığımıza bile dahil etmişiz kahveyi. Tıpkı bugünlerdeki gibi…
Gündemden fazlasıyla uzaklaşmak istediğimiz şu vakitlerde size hepimizin çok sevdiği kahveyi yazmak istedim. İftarda bir kahve de benden için, hatırı bol olanından. Neticede kahve bahane. Siz sevgiyle, sağlıkla kalın…
Bakmadan Geçme





