İşgalden önce İzmir’de sosyal yaşam-II

Rumlar, Osmanlı himayesinde İzmir’de ve diğer şehirlerde yüzyıllar boyu Türklerle birlikte yaşamışlardır. Ancak 14. yüzyılda sayıları...

Rumlar, Osmanlı himayesinde İzmir’de ve diğer şehirlerde yüzyıllar boyu Türklerle birlikte yaşamışlardır. Ancak 14. yüzyılda sayıları hayli azalmakla beraber 16. yüzyıla gelindiğinde bile nüfusları önemli bir çoğunluğa ulaşmamıştı. Rumların İzmir nüfusundaki payları; 18. yy. başlarında artış göstermeye başlamış, özelliklede bu yüzyılın ikinci yarısından sonra şehirdeki Rum vatandaş sayısı oldukça çoğalmıştır. Bu dönemde Rumlar, Osmanlı sınırları içindeki altın çağını yaşıyordu çünkü Tanzimat ve Islahat fermanlarının getirdiği reformlardan yararlanılmış, Yunan İhtilali’nin yankıları dinmiş ve de Yunan kökenliler tekrar devletin güvenini kazanmışlardı. Tüm bunlara ilaveten Batılı devletlerin ticari işlerinde aracılık yapmaya başlamışlar ve kısa sürede zenginleşmişlerdi. Hatta daha sonraları komisyonculuk ve bankerlikte öne çıkan bazı önemli Rum zenginler, devlete bazen kredi verir hale gelmişlerdi.

Rumlar, çok çalışkandılar ve özellikle Batı Anadolu kıyılarında ekonomik açıdan yavaş yavaş Türkleri geri plana ittiler. Türkler ticaret alanında neredeyse hiç uğraş göstermedikleri için Rumlar ve diğer yabancı girişimciler, bu alanda oldukça üstün bir konumdaydılar. Yine balıkçılık da Türklerin ilgisini çeken bir meslek olmadığı için öteden beri çoğunlukla Rumların elindeydi. Türklerin memuriyete olan talebi de Rumların sanat dallarını ele geçirmesine neden olmuştu.

Rumlar, İzmir şehrinin ticari hayatında Ermeniler ve Yahudiler kadar üstün olamasalar da yine de bu konuda önemli faaliyetler göstermişler, ticarette büyük ölçüde söz sahibi olmuşlardır. Zamanla Türkler sadece tarımla ve memurlukla meşgul olup diğer meslekleri yabancı unsurlara terk edince Rumlar, bundan faydalanarak her türlü karlı mesleği ele geçirip ilerlemişler, nüfusları artmış ve ekonomik durumları daha iyi bir seviyeye ulaşmıştır. Nüfuslarının artıp ekonomik olarak zenginleşmeleri, onlara İzmir konusunda çeşitli hayaller ilham etmeye başlayınca Rumlar, Türklere karşı gün geçtikçe daha kibirli ve düşmanca bir tavır takınmaya başlamışlar; Türklere karşı bir üstünlük yarışına girmişlerdir. Bu konuda bir örnek verecek olursak İzmir Rum Metropolitliği’nin merkezi olan Aya Fotini Kilisesi’nin mermer çan kulesi üzerinde bulunan altın yaldızlı haçın Hisar Camii’nin kubbesi tepesindeki hilalden daha yüksekte olması, Rumların tesellisiydi ve bununla gurur duyarlardı.

Museviler ya da Yahudiler, İzmir’e daha çok 16. yüzyılda İspanya’dan gelmişlerdi. Bu yüzden kullandıkları dil de bozuk bir İspanyolcaydı ancak hemen hemen hepsi Türkçe konuşabiliyor, bunun yanında çoğu da kentte yaşayan diğer azınlıkların dillerini biliyordu. O dönemde ve tarihin daha birçok safhasında dünyanın çeşitli ülkeleri tarafından hor görülen ve kovulan Musevilerin İzmir’de kendi yerleşim alanları vardı. Hakim unsur olan Türklerle de iyi ilişkiler içindeydiler. Kısmen Ermenilerle de iyi geçinmekte olan Musevi cemaate karşı kentteki yerleşik yabancılar ve özellikle Rumlar pek hoş davranışlar sergilemiyordu. Yahudiler, bu nedenle o zaman da izole bir yaşam sürdürmekteydiler.

Museviler çok çalışkan ve paraya düşkün insanlardı; düşünceleri genelde biriktirmeye yönelikti. Başta ticaret, sarraflık, simsarlık, tercümanlık ve rehberlik olmak üzere tamircilik, terzilik, bakkallık, tuhafiyecilik, manifaturacılık, kırtasiyecilik hatta tenekecilik ve amelelik de yapmaktaydılar. Yahudiler, Osmanlı topraklarında hiçbir zaman tarımla uğraşmamışlar ayrıca fazlaca mülk de edinmemişlerdir. Buna gerekçe ise sürekli kalma garantilerinin olmadığı, kendilerinin olmayan bir devletin topraklarından bir gün gitmek zorunda kalırlarsa mülklerini ve mallarını geride bırakmak istememeleridir.

İzmir’deki Yahudi toplumunun evlerindeki lüks ve rahatlık, dışarıdaki hayatları ve giyimleriyle oldukça büyük bir tezatlık göstermekteydi. Dış görünüşleri, dışarıdan bakıldığında mahalle ve evlerinin görünümü ile evlerindeki yaşam arasında bir ikilem mevcuttu. Oldukça yoksul olduğu sanılan birçok Yahudi, aslında varlıklıydı ve bunu toplum içinde reklam etmek istemediği için sadece evinde rahat davranmaktaydı. Bu ikilem birçok gezginin gözünden kaçmamış, bu ayrıntıyı notlarına eklemişlerdir.

O dönemde İzmir’de yaşayan Rumlarla Musevileri ayıran en belirgin özelliklerden biri şudur: Rumlar, bir yerde ancak geçimini sağladığı sürece kalıyor ve o yere ancak bu şartla bağlanıyordu. Oysa Museviler, doğdukları topraklara çok bağlıydılar. Bu nedenle Kudüs’e yaptıkları hac ziyareti haricinde yaşadıkları yerleri terk etmiyorlardı.

Musevi kadınları, Müslüman kadınları gibi iffet ve namuslarına düşkündüler. Boşanma olayı, bu cemaat içerisinde çokça karşılaşılan bir durum değildi. Bir Musevi’nin boşanması için ya eşinin evlilik görevlerini yerine getirmiyor olması ya da on yıl süreyle çocuk verememesi gibi sebepler mevcut olmalıydı. Talmud’a (Yahudi yasa ve sözlü geleneklerinin yazılı olduğu eser) göre evlilik için en ideal yaş 13, iyi yaş ise 18’dir. Bu nedenle Yahudi gençleri, genellikle erken evlendirilirdi. Evlilik merasimi Hıristiyanlarınkinin aksine dini mabetlerde değil, evlerde yapılırdı çünkü Museviler bu olayı dini bir merasim kabul etmezler. Yahudi toplumunda genç kızlar, evlenmeden önce saçlarını örer ve omuzlarına sarkıtırlardı. Bu bekaretin sembolüydü ancak evlendikten sonra kadın, ya bu örgüleri kesmek ya da kimsenin göremeyeceği biçimde başının üzerinde toplamak zorundaydı.

Ermenileri İzmir’e getiren sebep ise İran ile yapılan ticarettir çünkü Ermeniler bu ticareti ellerinde tutuyor ve nakliyecilik yapıyorlardı. Böylece özellikle 17. yüzyıldan sonra şehirde nüfusları kalabalıklaşmaya başlamış, 19. yüzyılın ilk yarısında önemli bir artış göstermişlerdir. Ermeniler, sonraki yıllarda da İzmir’in iktisadi yaşamında oldukça mühim roller oynamışlardır.

İzmir’de yaşayan azınlıklar içinde karakter, yaşam biçimi, sosyal ve kültürel gelenekler gibi yönlerden, ayrıca Türkçeyi çok iyi konuşmaları bakımından Türk toplumuna en yakın olan ve en çok benzeyen unsur Ermenilerdir. Ermenilerin Türklere olan benzerlikleri konusunu açacak olursak bu benzerlik, daha çok örf ve adetler ile giyim kuşam ve ev yaşamıyla ilgili konulardır. Bu özellikleri nedeniyle de Türkler tarafından diğer azınlıklardan daha çok tutulmuşlardır.

İzmir Ermenileri, eskiden beri kumaş ve baskı işlerinde oldukça uzmandılar ve dolayısıyla manifatura işleri çoğunlukla onların elinde bulunmaktaydı. Daha sonra Ermeniler, baskı işine de ağırlık verdiler ve daha fazla atölye kurdular. Bugünkü Basmane Garı’nın bulunduğu yerde 18. yüzyılın sonlarında İzmirli tanınmış bir Ermeni girişimci tarafından kurulan ve sonraki 50 yıl süreyle oldukça iyi faaliyet gösteren bir baskı fabrikası oluşturulmuştur. İzmirli Ermenilerin oldukça usta oldukları bir başka alan ise terzilik ve moda tasarımıdır ki Osmanlı’da fesin başlık olarak kullanılmaya başlanmasından sonra bu başlığa uyacak bir şekilde tasarladıkları giysiler, Avrupa ve Paris modasına ilham kaynağı olacak derecede üstündür.

Velhasıl Türkler, Rumlar, Musevi ve Ermeni gibi halklar inançları, ırkları, bazı gelenekleri birbirinden farklı olsa da bu şehirde bir uyum içerisinde yüzyıllarca birlikte varlık göstermişlerdir ancak başta İngiltere olmak üzere büyük devletler, emperyalist amaçları doğrultusunda Yunanlıların hayallerine destek verip İzmir’i işgal etmelerini sağlamış; savaştan sonra ise birçok şey ile birlikte İzmir’in sosyal yapısı da tamamen değişmiştir.

Bakmadan Geçme